Yay Oyuncak "Slinky" ile Fizik
Çocukken oynamaktan kendimizi alamadığımız bu sihirli oyuncak yay(slinky) yukardan bıraktığımızda nasıl hareket eder? Sonuçta yerçekimi etkisinde bir cismin bütün olarak hareket edip yere düşmesini bekleriz ama öyle olmuyor.. Nasıl olduğunu ve getirilen açıklamayı izleyelim:
Vay canına!! Bir de oyuncak yayın ucuna tenis topu takalım bakalım, birşeyler değişecek mi?
Değişen bir şey yok, çünkü aynı fizik gene iş başında.. Yayı bıraktığınızda oluşan etki en uca iletilene kadar belirli bir zaman geçmesi gerekiyor ki ancak bundan sonra alt kısım da harekete geçebilsin.. Bu etki de yayda oluşan basınç dalgaları ile iletiliyor.. Günlük deneyime göre oyuncağın bir anda, hep beraber düşmesini bekliyoruz fakat fizikten biliyoruz ki hiçbir bilgi anlık iletilemez (ayrıca ışık hızından da daha hızlı iletilemez ama o ayrı bir konu ).
Bu fenomenle ilk defa favori podcastlerimden Radiolab'de eylül ayında yayınlanan bir söyleşide karşılaşmıştım ve tek kelimeyle hayran kalmıştım. Veritasium'un bu videolarıyla da herşey yerine oturmuş oldu! Radiolab'daki söyleşi de aşağıda:
Einstein ve Deniz Fenerleri
Einstein'dan:
...bu sözlerimle ilgili olarak, geçenlerde aklıma gelen bir düşünceyi dile getirmek isterim: Şehirden uzak, yalnız yaşıyor ve rahat, düzenli bir hayatın yaratıcı düşünceyi geliştirmeye ne kadar elverişli olduğunu görüyordum. Toplumumuzda yalnızhğı gerektiren ve beden ya da akıldan yana büyük bir çaba gerektirmeyen bazı görevler vardır: örneğin deniz feneri ve yüzen fener bekçiliği. Bu görevleri bilim, özellikle, bazı matematik ya da felsefe sorunlarını derinliğine incelemeyi amaç edinen gençlere vermek mümkün değil mi? Pek az genç hayatının asıl verimli çağında bilimsel sorunların üstüne eğilmek fırsatını bulur. Bir genç belli bir süre için bir burs bulabilse bile, en kısa zamanda sonuç elde etmek zorundadır. Bu durum salt bilime ulaşmak için hiç de elverişli değildir. Ekmeğini kazanmak için gelişigüzel pratik bir görev alan genç bilim adamı bu bakımdan daha elverişli koşullar içindedir - yeter ki asıl çalışmasına ayırabilecek zaman ve enerjiyi bulabilsin. Bu dediğim gerçekleştirilirse, belki yaratıcı kafalara şimdi olduğundan daha geniş ölçüde gelişmek olanağı verilmiş olur. Ekonomik yoksulluğun ve politik karışıklığın ağır bastığı çağımızda bu çeşit düşüncelerin üstünde durmaya değer.
3 Ekim 1933'de Royal Albert Hall'daki konuşmasından; Türkçe çevirisinin tamamı için tıklayınız (Konuşma metni daha sonra "Bilim ve Uygarlık" başlığı ile yayınlanmıştır)
Karın ardından (yine) Kar Kristalleri Üzerine
Bu sefer paylaşacaklarımdan ilki, geçen yazıdaki olayın "derin fiziğinden" ziyade biraz daha hafif, kimyasal tarafına eğilen açıklayıcı bir video:
İkincisi ise, favori Youtube kanallarımdan ViHart'ın tek kelime ile şahane ve bir o kadar "sofistike" "Snowflakes, Starflakes and Swirlflakes" videosu.. Basit bir kağıt ve bir makasla neler yapılabileceğini hayal bile edemezsiniz.. Bunlardan birkaçını kesinlikle denemeyi planlıyorum.
yorum
15 Aralık 2012 Cumartesi
Etiketler:animasyon, astrofizik, astronomi, Yıldız Evrimi, yıldızlar
Animasyonla Yıldız Fiziği
Kaynak : PHDComics
Coursera'da Astronomi Dersi Başladı
Her hafta güncellenen ders videoları ve haftalık quiz ve ödevlerle dört dörtlük bir ders... Konuya biraz daha "formal" yaklaşmak isteyenler bu fırsatı kaçırmasın derim. Yapmanız gereken tek şey Coursera'ya ücretsiz olarak üye olup derse(ve ilginizi çeken tüm derslere) kayıt olmak.
Astronomi ile Kesişen Üç Güzel Video
Birincisi uzaya gönderilen ilk hayvan olarak tarihe geçen Laika'nın öyküsünü animasyon diliyle oldukça şirin bir şekilde anlatan bir video. Laika hakkında ismi dışında hiçbirşey bilmezken, bu keyifli videodan sonra wikipedia sayfasından onlarca şey öğrendim; örneğin videodaki hikayenin gerçeklerden uyarlandığını..
LAIKA from Avgousta Zourelidi on Vimeo.
İkincisi, uzun zamandır takip etmeyi ihmal ettiğim, fakat her seferinde görüntülerin muhteşemliği karşısında heyecanlandığım "time-lapse" videolardan biri.. Dustin Farrel'den "Landscape 2".. Manzaraların yanında gece gökyüzü ve samanyolu görüntüleri harika..
Üçüncüsü ise dolaylı olarak astronomi ile ilgili; kimya konusunda yıllardır süregelen önyargılarımı kırmaya çalıştığım son dönemlerde karşıma çıkan en güzel animasyonlardan biri, Periyodik Cetvelin kısa bir hikayesi; TED-Ed'den. Elementlerin oluşumundan ziyade sınıflandırılıp düzenlenmesi hakkında; ilginç bilim tarihi anekdotları da cabası:
(via It's Ok To be Smart)
Bilgi küratörlüğü üzerine
Blog ve podcast listemin yüzlerce kaynakla dolup taşmasıyla sürekli “öncelik” listeleri yapar buluyorum kendimi. Ama bir süre sonra bu öncelik listeleri için de ayrıca bir “öncelik” listesi hazırlamak gerekiyor ki okumak/dinlemek gereken onlarca nitelikli kaynak günün sonunda “Hepsini Okundu İşaretle” fonksiyonu ile sonsuza kadar internet boşluğuna yuvarlanıyor.. Her gün okuyamadığım ya da “bugün bilmediğim birşey öğreneceğim” diye başına oturduğum onlarca yazıdan kaç tanesi acaba gerçekten düşündüğüm gibi değerli ya da böyle bir “değer” söz konusuysa bu değeri atayan ne?
Oldukça muğlak ve yuvarlak sözlerle konuya girdim ama bahsetmek istediğim geçen günlerde BBC4’da yayınlanan Four Thought adlı programa konuk olan Maria Popova’nın “bilginin kürate edilmesi” kavramı.. Popova’yı tanımayanları öncelikle muhteşem sitesi Brain Pickings’e alalım (şimdi bağlantı vermeyeceğim, tıkladıktan sonra geri dönüp dönmeyeceğiniz konusunda emin değilim :) )Kısaca özetlersek Popova, günümüz “bilgi devrinde” özellikle internet gibi yığınla bilginin sürekli oluşturulduğu bir dönemde “nitelikli” bilginin birileri tarafından yüzeye çıkarılıp işaret etmesi gerektiğini savunuyor ve bunu tıpkı galerilerde ya da sergilerde belli eserlerin seçilip sergilenmesi konusunda bir plan yapılması olarak tanımlanabilecek “küratörlük”e benzetiyor.. Sitesi Brain Pickings’de bilimden, edebiyata, modern sanatlardan, mimariye onlarca konu hakkında birbirine bağlantılar veren, birbirinden beslenen yazılar yayınlanıyor düzenli olarak. Popova, farklı farklı alanlardan beslenerek, orada olanı ortaya çıkarıp aradaki bağlantıları kurup ona işaret etmek olarak tanımlıyor yaptığı işi. Çünkü ancak bu şekilde kurulan bağlarla mevcut bilgilerden yeni bilgiler oluşturulabileceğini ve “combinatorial creativity”(kombinatorik yaratıcılık) dediği kavramın gelişebileceğini iddia ediyor.
BBC4’daki programı dinlemek için bu bağlantıyı takip edebilirsiniz. (Yazı formatını tercih edenler için konuşmanın özeti denebilecek bir yazı da burada.)
Popova’nın bilgiye bu yaklaşımı benim aklıma fazlasıyla yatıyor; farklı farklı alanlardan beslenerek, düşünce dünyasında yeniliklere yol açmak günümüzdeki internette ancak “filtrelenmiş”, rafine bilgiler sayesinde oluyor; bunun içinde Popova gibilere fazlasıyla minnettar olduğumu söylemeliyim.
Brain Pickings’i ziyaret etmeyi, hatta her gün tıklamayı unutmayın(her gün üç makale yayınlanıyor).
Ayrıca Popova’nın Tumblr’da “kürate” ettiği bir diğer site Exp-lore : http://exp.lore.com/ kesinlikle tavsiye edilir.
Youtube bizi daha zeki mi yapıyor?
Özellikle ik-üç kişilik arkadaş gruplarının, gece geç saatlerde, muhabbet de artık dönmüyorsa, "abi şu videoyu izledin mi?","bu videoyu kesin görmelisin" şeklinde veryansınları ile karşısında saatlerce zaman geçirilebilen bir site Youtube… İçinde barındırdığı onca "komik" videonun yanında bir o kadar da eğitim amaçlı, zamanınızı değerlendirip keyifle birşeyler öğreneceğiniz birçok videoya da ev sahipliği yapıyor. Her hafta "çılgın bir fikri" ortaya atıp bunu kanıtlamak adına onlarca argüman üreten PBS'in harika fikir serisi "Idea Channel" bu hafta şunu soruyor : "Is Youtube Making Us Smarter?" (çev: Youtube bizi daha zeki mi yapıyor? )
Videoda verilen örnekler arasında benim de favorilerim olan MinutePhysics, Vi Hart, PBS Off Book ve Smarter Everyday'in bulunması hoşuma gitti. Bu yayınlar sadece Youtube üzerinde varlar (Vhart hariç sanırım - kendi blogunda da yayınlıyor) ve yapım kaliteleri çok çok başarılı.
Youtube'da zaman öldürken kedi videoları ya da ilginçlikler yapan insan videolarının yanında bu alternatiflere de bir göz atmak da yarar var. Videonun “Description” kısmında referans verdikleri tüm video kanallarının bağlantılarını vermişler..
Aslan Takımyıldızından kopup gelen
Dünkü Bulutsu'da harika bir balıkgözü fotoğraf vardı, gökyüzünü 360 derece içine alan, ortada Samanyolu'nun geniş kolu ve içinde parlaklığıyla hemen fark edilen Jupiter ve en etkileyicisi ise bir uçtan diğerine uzanan muhteşem bir göktaşı izi! Kasım ayı'nın meşhur Aslan Göktaşı Yağmuru'nun(Leonid'lerin) bir parçası aslında bu..
Uzun Aslan Gece'sinden bir Leonid (Bulutsu'dan) Telif Hakkı: Stephane Vetter
1885 yılının sonunda 1886 yılının başlangıcında 15 gün arayla farklı iki kişi tarafından keşfedilen 55P/Tempel Tuttle kuyruklu yıldızının geride bıraktığı döküntünün arasından geçiyoruz tekrar şu sıralar. Göktaşı yağmuru 19 Kasım gibi en şiddetli hale ulaşıyor ama bu günlerde de dahi şanslı ve sabırlı gözlemciler için gözlenebilecek onlarca etkileyici Leonid bekliyor olabilir.. İstanbul'un bulutlu ve yağmurlu havasından kurtulup bir yerlerde gözlem yapma şansı olsa diye iç çekiyor insan ama yetiştirilmesi gereken ödevler ve projelerle bunun imkansıza ne kadar yakın olduğunu tekrar anlayarak boynunu büküyor.. Hiç değilse aşağıdaki uzun time-lapse video ile yetinmeye çalışıyor:
Leonid and Zodiacal Light from Stephane Vetter on Vimeo.
yorum
20 Ağustos 2012 Pazartesi
Etiketler:astrofizik, astrofotografi, astronomi, Hubble, Küresel Yıldız Kümesi
Küresel Kümelerde "kum gibi yıldız"
Teleskop ile bakmaktan en çok keyif aldığım cisimlerden, küresel yıldız kümeleri. Küçük bir teleskop ile daracık bir alana hapsolmuş yuvarlak bir bulut görünümündeyken, karanlık bir yerde büyük bir teleskoptan bakıldığında içindeki yıldızları az biraz çözebildiğiniz arı kovanı misali binlerce yıldıza ev sahipliği yapan gökcisimleri.. Ortalama 100 ışık yılı genişliğinde bir alana yüz binlerce hatta milyonlarca yıldız sıkıştırdığınızı hayal edin! Böyle bir kümede, (varsa) bir yıldızın etrafındaki gezegenden gece ve gündüz gökyüzünü görmeyi çok isterdim! Geçmişte internette böyle bir benzetime rastlamıştım ve GökGünce’de de bir yazıda kullanmıştım hatta:
Bugünkü bildiğimiz galaksilerden çok çok daha küçük olan fakat aynı sayıda yıldıza ev sahipliği yapan kompakt bir galaksiden ya da küresel bir yıldız kümesi içindeki bir gezegenden olası gökyüzü manzarası (Kaynak : HubbleSite)
Bulutsu'daki Günün Gökbilim Görüntüsü'nde bugün harika bir küresel yıldız kümesi fotoğrafı var. Zamanında, kuyruklu yıldız avcısı Charles Messier'in gözlemleri sırasında kuyruklu yıldızlarla karıştırmamak amacıyla gökyüzündeki soluk, geniş gökcisimlerini kaydettiği ünlü Messier Kataloğu'nda M72 olarak bilinen, Kova takımyıldızında bulunan bu küresel yıldız kümesi bizden 50 000 ışık yılı uzakta ve yaklaşık 100 000 yıldız içeriyor.
M72 Küresel Yıldız Kümesi ( Telif Hakkı: NASA /Hubble )
ESA/Hubble tarafından yayınlanan Haftanın Fotoğrafı'nda tesadüfen bugün başka bir küresel kümenin, M56'nın harika bir fotoğrafı yayınlandı. Bu fotoğraftaki yıldızlar diğerinden daha etkileyici görünüyor!
M56 Küresel Yıldız Kümesi ( Telif Hakkı: NASA /Hubble )
Küresel yıldız kümeleri barındırdıkları yaşlı yıldızlar ile birilikte galaksideki en yaşlı cisimlerden.. 13 milyar yıl olarak hesaplanan yaşları, zamanında evrenin yaşı hesaplarından dahi daha fazla çıkıyordu; haliyle bu da büyük bir problem oluşturuyordu.. Neyse ki problem evrenin yaşı hesaplamasında olduğundan, güncel haliyle 13.7 milyar olarak düzeltilince sorun da ortadan kalkmış oldu. Bu durumda bu yapıların galaksi oluşumunun ilk evrelerinde ortaya çıktığı, çoğunun da galaksinin halesi olarak adlandırılan sarmal kolların bulunduğu düzelemin üst kısmında olmasından dolayı galaksi etkileşimleri sırasında cüce galaksilerden "çalındığı" düşünülüyor..
Kısacası, gerek kaynakları gerekse de iç dinamikleriyle küresel yıldız kümeleri astrofizik anlamında oldukça ilgi çekici cisimler.. Etkileyici görüntüleri ile de derin uzay fotoğrafçılığının vazgeçilmez hedeflerinden biri.
Güneş Sistemi fotoğrafçılığında son nokta!
Haftasonu, uzun zamandır görüşemediğim, kendisi de oldukça deneyimli bir amatör astronom ve gökyüzü fotoğrafçısı olan sevgili Onur (Atılgan) ile görüşme fırsatım oldu. Çok eskilerden, Gökbilim Forum’da aktif olduğum dönemlerde çeşitli etkinlikler vasıtasıyla bir araya geliyor, gerek astronomi, gerek bilim gerekse de kendi alanı olan sosyal bilimler konusunda beyin fırtınalarına girişiyorduk. Benzer bir konseptte geçen iki günün ardından birçok konuda “aydınlanarak” geri döndüm diyebilirim. Bu konular arasında özellikle kendisinin de çalışmalarının olduğu Güneş Sistemi fotoğrafçılığı hakkında birçok anlamda ufkumu açan örnekleri buradan da paylaşmak istiyorum.
Konuyu açan, Fransa Pirenelerindeki ünlü gözlemevi Pic du Midi’de fotoğraf çekme fırsatı elde eden gökyüzü ve doğa fotoğrafçısı Jean-Luc Dauvergne’in Mars’taki kum fırtınaları fotoğrafı… 1 metrelik profesyonel bir gözlemevi teleskobuyla çekildiğinden dolayı biraz “üst-perdeden” bir örnek olsa da böyle bir teleskobun amatör bir gökyüzü fotoğrafçısına kullanma imkanı verilmesi başlı başına bir olay. Eldeki imkanları en iyi şekilde değerlendirerek muhteşem bir fotoğraf ortaya çıkarmış kendisi de; sonuç direkt APOD zaten.. Fotoğrafçının diğer fotoğraflarının da olduğu kişisel sitesi : http://www.astrophotography.fr/
Telif Hakkı Jean-Luc Dauvergne (Kaynak: http://www.astrophotography.fr/ )
Bundan yola çıkarak Güneş Sistemi fotoğrafçılığı alanında eldeki imkanlarla dudak uçuklatacak sonuçlar alan amatörlerin çalışmalarına yöneldiğimizde beni en çok etkileyen Damien Peach oldu. Fotoğraflarını çektiği yerlerdeki görüş kalitesinin üst düzeyde olmasıyla (sırf bunun için sık sık Bermuda’ya gittiğini duydum) harika sonuçlar alıyor.. Jupiter ve Satürn fotoğrafları, barındırdıkları tüm detaylarıyla favorilerim arasında..
Telif Hakkı: Damian Peach (Kaynak: http://www.damianpeach.com/ )
Fotoğraflardaki yüzey detayları çok etkileyici.. Gezegenlerin ötesinde, çektiği fotoğraflarda Jupiter’in uydusu Ganymede’in dahi yüzey detaylarını yakalıyor, işte bu, başlıkta bahsettiğim “son nokta”lardan biri..
Soldaki görüntü Damian Peach tarafından alınan Ganymede görüntüsü, sağdaki ise Ganymede’in uydudan alınan görüntüsü ( Telif Hakkı: Damian Peach Kaynak: http://www.damianpeach.com/ )
Satürn fotoğraflarındaki detaylara ise diyecek birşeyim yok:
Telif Hakkı: Damian Peach ( Kaynak: http://www.damianpeach.com/ )
Bütün hepsinin ötesinde öğrendiğim birşey var ki ilk başta mümkün olacağını hayal bile edemezdim. Dünya üzerinden, orta halli amatör bir teleskop ile Venüs’ün yüzeyini görüntülemek.. Nasıl yani? Venüs’ün etrafındaki uydular dahi radar teknikleri kullanmadan yüzeyi göremezken, ufak bir teleskop ile Dünya’dan yüzey detaylarını seçmek mi? Şeytan detaylarda gizli, elbette.. Harika bir teknik ve iyi bir zamanlama ile bunu yapmak mümkün. İşte size kanıtı:
Telif Hakkı : Daniele Gasparri (Kaynak : http://www.danielegasparri.com/ )
Venüs’ün karanlık bölgesinden, yüzeyden gelen ve kalın bulutları delip geçen termal ışımayı yakın-kızıl ötesinde bir filtre ile yakalayıp yüzey detaylarını görünür kılıyor amatör astronom Daniele Gasparri. Elde ettiği görüntüyü uydudan alınan Venüs’ün radar görüntüsüyle birebir karşılaştırarak birçok yüzey detayını eşleştirebiliyor, inanılmaz bir şey! (Çalışmanın detayları için tıklayınız; konunun meraklıları biraz detaylı araştırma yapıp Sky&Telescope 2010 October sayısındaki makaleye göz atabilirler.)
Sol üstte amatör astronomun aldığı görüntünün bir parçası, sağ üstte ise uydu radar görüntüsü. Sağ altta, elde ettiği görüntüdeki yüzey detaylarını eşleştiriyor. Telif Hakkı : Daniele Gasparri (Kaynak : http://www.danielegasparri.com/ )
Bu örneklere, Türkiye’den de bir ismi eklemek gerekiyor ki kendisi yakın zamanda tanışma fırsatı yakaladığım Burak Yakut. Kendisi uzun zamandır gezegen fotoğrafçılığı ile uğraşıyor ve çalışmalarını Balkondan Evrene adlı blogunda ve Gökbilim Forum’da paylaşıyor. Yakın zamanda çektiği Venüs fotoğraflarında yakaladığı bulut detayları kesinlikle övgüyü hak ediyor.
Telif Hakkı : Burak Yakut ( Kaynak: Balkondan Evrene )
Son olarak bir de Güneş fotoğrafları konusunda bir üstadın çalışmalarından bahsedip konuyu noktalayım.. Alan Friedman, elindeki güneş teleskobu ve kamera sistemiyle her seferinde elde ettiği detaylar ve bu detayları sunuş şekliyle meraklılarını ekrana kilitlemeyi başarıyor.
Telif Hakkı: Alan Friedman (Kaynak : http://avertedimagination.com/)
Daha fazlası için fotoğrafçının kişisel web sayfasını ya da güncel fotoğraflarını paylaştığı Tumblr adresini takip edebilirsiniz.
Bütün bu örnekler ve elimin altındaki olanaklara bakarak, Türkiye’de de yavaş yavaş olgunlaşan bir topluluğun deneyimlerinden de yararlanarak ben de ufak ufak çalışmalara başlamayı planlıyorum. Bu süreci Gök Günce’de detaylarıyla paylaşmaya niyetliyim, takipte kalın!
Kahraman Göktaşı Yağmuru (12 Ağustos)
1862 yılının 15 Temmuz’unda, en büyük tutkusu çocukluktan beri kuyruklu yıldızlar olan Lewis Swift 4,5 inçlik mercekli teleskobunu Zürafa takımyıldızına yönlendirmişti ki elindeki yıldız haritasında olmayan, yeni bir kuyruklu yıldız keşfettiğini fark etti. Üç gece sonra Harvard Koleji Gözlemevi’nden gözlem yapan Horace P. Tuttle da aynı kuyruklu yıldızı gözleyip not etmişti. Yapılan detaylı hesapalrla, bundan sonra kaşiflerinin soyisimlerine atfen Swift-Tuttle olarak anılacak olan kuyruklu yıldızın 133 yılda bir Dünya’yı ziyaret eden Halley-tipi( periyot < 200 yıl) bir kuyruklu yıldız olduğu anlaşıldı. Ardından dört yıl sonra Giovanni Schiaparelli kuyruklu yıldızlar ile göktaşı yağmuları olarak bilinen, gökyüzünde belli bir takımyıldızından kaynaklanıyormuş gibi görünen yoğun göktaşı olaylarının birbiriyle bağlantılı olduğunu iddia ederek, örnek olarak Swift-Tuttle kuyruklu yıldızı ile Kahraman Göktaşı Yağmurunu vermişti.
Kuyruklu yıldızlar yörüngelerinde hareket ederken, özellikle Güneş’e yaklaştıklarında çekirdek kısımları aktif hale gelir; çoğu zaman arkalarında gaz ve tozdan meydana gelen bir kuyruk oluşturur ve yol boyunca birçok kalıntı bırakırlar. Gezegenimiz de bu kalıntıların arasından geçtiğinde göktaşı yağmurları adı verilen etkileyici gök olayları meydana gelir. Bunun öncesinde en son 1990’larda geri dönen Swift-Tuttle kuyruklu yıldızının kalıntıları arasından Dünya her yıl Temmuz-Ağustos aylarında geçiyor ve bu kalıntılar gökyüzünde Kahraman(Perseus) takımyıldızı yönünde olduğundan dolayı sanki göktaşları o takımyıldızının içinden fırlayıp geliyormuş gibi görünür ve Kahraman Göktaşı Yağmuru olarak isimlendirilir. En etkili olduğu 8-14 Ağustos tarihleri arasında göktaşı etkinliğinin maksimuma ulaştığı 12 Ağustos’ta Kahraman Göktaşı Yağmuru saatte 50-60 göktaşına kadar ulaşabilir.
Kahraman Göktaşı Yağmuru sırasında uzun pozlama ile elde edilmiş bir görüntü. Göktaşlarının geliş doğrultuları uzatıldığında hepsinin Kahraman Takımyıldızı bölgesinden geliyormuş gibi görünüyor. (Kaynak : İtalyan Amatör Gökbilimciler Birliği )
Kalıntıları oluşturan akıntının Güneş’in etrafındaki ters yöndeki hareketi sebebiyle Kahraman Göktaşları oldukça hızlıdırlar (yaklaşık 66 km/s ) ve atmosferle etkileştiklerinde arkalarında çok parlak ve kalıcı izler bırakabilirler.
Göktaşı yağmurları sırasında, gökyüzündeki en parlak yıldızdan dahi daha fazla parlak görünen bir göktaşı, çoğu zaman avucunuzun içine aldığınızda zorlukla görebileceğiniz büyüklükte bir toz parçasından ibarettir. Birkaç milimetre büyüklüğündeki bu toz parçaları atmosfere yüksek hızla girdiklerinde maruz kaldıkları sürtünme nedeniyle kısa sürede sıcaklıkları 2000 santigrad derece üzerine çıkar ve yavaş yavaş parçalanıp etraftaki hava molekülleri ile çarpışmaya başlarlar; bu çarpışmalar sonucunda arkalarında birçok elektron ve iyon bırakırlar. Yüksek sıcaklıkları ve etraflarındaki uyarılmış hava moleküllerinin kararlı hale geçmesi nedeniyle de gökyüzünde parlak izler olarak gördüğümüz ışımayı yaparlar.
Kahraman Göktaşı Yağmurunu en aktif olduğu dönemde(8-14 Ağustos) gözlemek için gece 22:00’den sonra kuzey doğu yönüne baktığınızda göreceğiniz “W harfi” şeklindeki, büyük Kraliçe takımyıldızının hemen altında Kahraman takımyıldızını bulabilirsiniz.
12 Ağustos 2012 İstanbul’da gece 22:00 ‘de kuzeydoğu yönünde yükselen Kahraman takımyıldızı (Kaynak: Stellarium)
GÖKTAŞI YAĞMURUNU GÖZLEMEK
- Göktaşı yağmurlarını gözlemenin en önemli şartlarından biri oldukça karanlık, ışık kirliliğinden uzak bir bölgede gözlem yapmaktır. Göktaşı yağmurunun en aktif olduğu günlerde dahi şehirden yapılan gözlemlerde çok düşük bir ihtimalle de olsa ancak çok parlak olan göktaşları gözlenebilir. Şehir dışında, karanlık bir bölgede gözleriniz karanlığa uyum sağladığında en sönüğünden ateştopu olarak adlandırılan en parlaklarına kadar saatte onlarca göktaşı gözleyebilirsiniz. Gözlemler sırasında gözünüzün karanlığa uyumunu bozmamak için mümkün olduğunca az parlak ve kırmızı renk ışık kullanmaya çalışın(fenerlerin ucuna kırmızı selefon kağıt bağlamak iyi bir çözüm olabilir)
- Göktaşı yağmurlarını oluşturan göktaşları, gökyüzünün belli bir takımyıldızı bölgesinden, saçılım bölgesi adı verilen bir alandan yayılıp genellikle kısa zamanda uzun yollar izlediği için gözlem için en ideal yöntem çıplak gözle gözlem yapmaktır. Geçiş süreleri birkaç saniye mertebesinde olduğu için göktaşlarını teleskop veya dürbüle yakalamak oldukça güç olacaktır.
- Göktaşı yağmurunun saçılım bölgesi olan Kahraman takımyıldızını tespit etmek için gök atlasından ve ücretsiz Stellarium programından (www.stellarium.org ) yararlanabilirsiniz.
- Göktaşı yağmurlarının aktif olduğu dönemlerde gözlem yapıldığında gece boyunca, bir saatte gözlenebilecek göktaşı sayısı maksimuma ulaştığı güne kadar gittikçe artacak ve Kahraman Göktaşı Yağmuru için 12 Ağustos tarihinde maksimuma ulaşacaktır. Bu tarihte, her sene değişmekle birlikte, ortalama 50-60 göktaşı gözlenebilir.
- Göktaşı yağmuru gözlemini bireysel yapabileceğiniz gibi yakınlarınız ve etrafınızdaki insanlara yönelik ufak-çaplı bir etkinlik haline de getirebilirsiniz. Gece gözlem öncesinde, Kahraman Göktaşı Yağmuru ve kuyruklu yıldızlar hakkında( ya da ilgi çekebilecek herhangi bir astronomi konusunda) bir sunum da yapılabilir.
- Gözlem sırasında uzun süre gökyüzünü takip edeceğinizden üzerinde oturabileğiniz rahat bir sandalye yada mat kullanılması, gece boyunca nispeten hareketsiz kalacağınız için de sıcak tutacak giysiler giymeye dikkat edilmesi gerekiyor.
- Gözlem süresince belirli aralıklarla geçen göktaşları sayabilir ve bunların hangilerinin göktaşı yağmuru ile ilşkili hangilerinin başka yönlerden gelen farklılar olduğunu not edebilirsiniz. Bunun için yanınıza kalem kağıt almayı unutmayın. Bu bilgileri daha sonrasında Uluslararası Göktaşı Organizasyonu ile de paylaşabilirsiniz. (İnternet sitelerinden- http://www.imo.net/node/1434 - gözlem raporlarının formatı hakkında detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz)
Haftadan geriye kalanlar - 29 Temmuz'12
- Bu haftanın başında Matematiksel Metodlar dersinde "Perturbation Theory"ye başladık. Geçen haftaki vektör uzaylarının üzerine ufak bir uygulama niteliğinde bir dersti aslında, toplam iki saatlik. Perturbation Theory fizikte sıklıkla kullanılan bir araç; sistemlerin ufak değişimler (perturbasyonlar) altında nasıl davrandıklarını karakterize ediyoruz. Elimizde davranışını bildiğiniz bir sistem var ve bunun üzerine ufak bir perturbasyon uygulayarak vereceği karşılığa, ilk sistemin vereceği cevabın üzerine derece derece düzeltmeler ekleyerek yaklaşımlar oluşturuyorsunuz. Somut bir örnek vermek gerekirse; örneğin elimizde özdeğer(eigenvalue) ve bunlara karşılık gelen özvektörlerini (eigenvektörler) bildiğiniz bir matrisiniz var. Bu matrisin komponentleri üzerinde ufak değişimler yaptığımızda sistemin eigenvalue ve eigenvektörleri nasıl değişecek diye soruyoruz? Çözmek istediğimiz sistem şöyle bir şey: \[H |n \rangle = \lambda_n |n\rangle\] H matrisimiz ise çözümlerini bildiğimiz sistemimiz ($H^o$) ve üzerine uygulanan perturbasyonun( $H'$ ) toplamı: \[ H = H^o + H'\] $H^o$ için çözümümüz ise: \[ H^o |n^o\rangle = \lambda_n^o |n^o\rangle\] Değişimlerin çok küçük olması nedeniyle bulacağımız sonucun değişime uğramamış sistemin cevabına çok yakın olacağını biliyoruz ama soru ne kadar yakın olduğu! \[\lambda_n =\lambda_n^o + düzeltmeler\] \[|n\rangle = |n^o\rangle + düzeltmeler\] Küçük düzeltme terimleri $H'$ matrisi ile $H^o$ matrisinin baz vektörlerinin bir takım iç çarpımları sonucu elde edilebiliyorlar. Kuantum mekaniğinde özellikle hayati bir öneme sahip perturbasyon teorisi; bunun yanında birçok alanda daha kullanılıyor.
- İkinci olarak, Coursera'da takip ettiğim Kuantum Mekaniği ve Kuantum Hesaplama dersinde bu hafta dolaşık durumlar ve bunlarla ilişkili olarak EPR Paradoksu konu ediliyordu. İlk derslerde özellikle kuantum bilgi kavrramının en önemli özelliği olan bilgiyi taşıdığın durumların klasik olandan farklı olarak süperpozisyon durumunda bulunabileceği üzerinde durulmuştu. Örnek vermek gerekirse; elimizde bir elektronumuz var ve bu elektron atomun içerisinde iki enerji seviyesinden birinde bulunuyor olsun. Bu enerji seviyelerine sırasıyla $|0\rangle$ ve $|1\rangle$ diyelim.. Elektron bu durumlardan herhangi birinde bulunabileceği gibi her iki durumun birleşimi(süperpoziyonu) olan şöyle bir durumda da bulunabilir: \[ | \psi\rangle = \alpha_1 |0\rangle + \alpha_2 |1\rangle \] Durumların önündeki sayılar ( $\alpha_i$ ) elektronun bu durumlarda bulunma olasılıklarıyla ilişkili komplex katsayılar. Şimdi, bu örnekte görüldüğü kadarıyla eğer elimizde böyle bir superpozisyon durumunda bir durum varsa, bunu oluşturan temel durumları ve katsayları elde edebilirim. Fakat öyle superpozisyon durumları var mıdır ki, elimdeki durumdan, bu durumu oluşturan temel durumları elde edemeyim? Evet, böyle durumlar var ve bunlar dolaşık durumlar(entanglement) olarak adlandırılıyorlar. Böyle durumlardan birine örnek olarak Bell durumu gösterilebilir: \[|\psi\rangle = \frac{1}{\sqrt{2}}|00\rangle + \frac{1}{\sqrt{2}}|11\rangle \] Bunların özelliği, superpozisyon halindeki durumu oluşturan temel durumlar birbirleriyle öyle iç içe geçmişler ki artık her ikisi de birbirinden ayrılamayan,birbirinden farklı hareket edemeyen bir sistem oluşturuyorlar. Örneğin bir ölçüm aldığınızda elinizdeki sonuca bakarak ikinci ölçümün ne olacağını %100 olasılıkla bilebiliyorsunuz. Ölçüm aldığınız parçacıklar evrenin iki ucunda bile olsa bir şekilde aralarında anlaşmışlar gibi beraber hareket ediyorlar.. Bu da Einstein'ın özel görelilik teorisine göre, bilginin ışık hızından daha hızlı iletilemeyeceği, imkansız bir şey.. Bu da bizi, meşhur EPR (Einstein - Podolsky-Rosen ) Paradoksuna görütürüyor..
- Astrofizik tarafında ise hafta başında bahsettiğim çalışmanın ilk adımlarını bu hafta hocamla ilk çalışmayı yaparak attık. İlk olarak radyasyon mekanizmaları üzerinden gidip ardından plazma konularına geçeriz diye düşünmüştük. Kitap olarak Longair'in "High Energy Astrophysics" (2nd Edition)'i takip ediyoruz.. İlk hafta "Ionisation Losses" adlı bölümü çalıştık. Yüksek yoğunluğa sahip plazma ortamlarında yüksek enerjiye sahip yüklü parçacıklar yolları boyunca karşılaştıkları elektronlarla Coulomb etkileşimlerinde bulunarak enerji kaybediyorlar (elektronlar da enerji kazanıyorlar) dolayısıla bu enerji ile elektronlar iyonlaşıyor, enerjisi artıyor ve ayrıca bulunduğu ortamı ısıtıyorlar. Elimizde belirli bir kaynaktan geldiğini ya da ilk enerjilerini bildiğimiz parçacıkların yol boyunca kaybettikleri enerjileri hesaplamak istediğimizde iyonlaşma kayıpları belli ortamlarda büyük bir paya sahip oluyorlar. Enerji kaybını hesaplamak için uzun bir integral almak gerek fakat kitapta Longair güzel bir yaklaşım ile sonucu kolaylıkla elde edilebilidiğini gösteriyor. Etkileşimin geometrisinin aşağıdaki gibi olduğunu düşünelim:
Yıldızlar Altında Bir Yıl
“Yıldızlı bir gecenin huzuru hiçbir şeyde yoktur.
Arka bahçedeki gözlemevimin serin dinginliğinde sessizlik hüküm sürüyor. Elektrik motorlu teleskopu yeni bir yıldıza döndürürken tıpkı huzursuz bir arı sürüsünün çıkardığı vızıltıya benzeyen, hafif, mekanik bir vınlama duyuluyor. Ama duyduğum şey yalnızca bu sesten ibaret değil. Rüzgar olmamasına rağmen hışırdayan kuru yapraklar, koruda gece hayvanlarının canlılığına işaret ediyor: fareler, geyikler, rakunlar, kokarcalar, tilkiler, baykuşlar… Hepsinin görüyorum. Karanlıkta geçirdiğim saatler gözlerimi her harekete, temiz kır havasına alışan burnumu ise en hafif bir kokuya duyarlı hale getirmiş…”
Bu satırları okurken, bu kadar canlı bir doğa içerisinde olmasa da benzer bir atmosferde, saat gece yarısını çoktan geçmiş, yaz aylarıının başlangıcı ve ben arkadaşımın gözlemevinde Andromeda’nın yavaş yavaş ufukta yükselmesini beklediğim anları hatırlıyorum. Elimin altındaki 14”lik dev teleskopla bizden 2 milyon ışık yılı ötedeki galaksiyi tüm detaylarıyla izlemek için sabırsızlanarak.. Optik yeteneği kısıtlı insan gözlerimle göreceğim siyah beyaz görüntü bütün gece uykusuz kalmama fazlasıyla değer… Bir süredir uzak kaldığım amatör astronomi hevesimi, yukarıda ilk paragrafını alıntıladığım Akılçelen Kitaplar Yayınevi’nden çıkan Charles Laird Calia’nın “Yıldızlar Altında Bir Yıl” kitabı fazlasıyla tekrar tutuşturacak gibi görünüyor.
Kitap bu yılın başında yayımlandığımda bir gazetenin kitap ekinden haberim olmuş ve merak edip hemen gidip almıştım.. Daha ilk bölümünü bitirmeden elimde tuttuğum kitabın şu ana kadar Türkçe’ye kazandırılmış en nitelikli astronomi kitaplarından biri olduğunu düşünmeye başlamıştım bile. Yazarının edebiyat temelli olduğu tüm cümlelerden anlaşılırken, çevirmenin ismine bakıp Türkçe’deki en iyi astronomi kaynaklarının çevirmeni Murat Alev’i gördümde ise doğru adreste olduğuma emin oldum. “Bir Amatör Astronomun yıldızlarla dolu gökyüzünde dört mevsim yolculuğu” alt başlığını taşıyan kitap bunu fazlasıyla yerine getirerek başından sonuna kadar dört dörtlük bir amatör astronomi kitabı olduğunu kanıtlıyor.
Yazarın yetişkinlik döneminde, çocukluk merakı astronomiye geri dönme macerası, kitabın konusu. Ocak ayında tekrar gökyüzüne merak sarmasıyla hemen ardından kendisi için amatör bir gözlemevi kurma planları yapmaya başlıyor ve bütün süreci, aralarda ay ay gökyüzünü, takımyıldızları ve bunlar içindeki bir çok gökcismini harika bir dille anlatarak ilerliyor yazar. Kitabın belki de tüm diğer örneklerinden farkı, astronomiyi anlatırken “özne”yi dışarı atmaması, bütün süreci kendi hayalleri, tutkuları, hayal kırıklıkları, sevinçleriyle anlatıyor olması. Kitap bir amatör astronomun iç ve dış dünyasını muhteşem bir şekilde gözler önüne seriyor.
Amatör astronomiye meraklı herkesin elinin altında bulunması, gündelik işlere dalıp gittiğinde de ilk fırsatta geri dönüp tekrar tekrar okuması gereken bir kitap bence.. Gökyüzüne meraklı bir arkadaşa, dosta ya da kendinize bundan daha güzel bir armağan hayal edemiyorum..
yorum
23 Temmuz 2012 Pazartesi
Etiketler:akademik, astrofizik, Eğlenceli Matematik, fzik, kozmik ışınım, Parçacık Astrofiziği
Akışkanlar Dinamiği ve Astrofiziğe yeni bir Perspektif
Orhan Pamuk'un "Yeni Hayat" kitabının ilk cümlesi gibi bir başlangıç yapayım istedim; oradaki karakterin hayatını değiştiren bir fizik dersi değildi elbette, okuduğu bir kitaptı.. Benim bahsettiğim ise bahar döneminde aldığım "Akışkanlar Dinamiği" dersi.. Dersi alırken fark etmediğim fakat dersin sonlarına doğru, özellikle bittikten sonra oluşan "algıda seçicilik" sayesinde elime geçen birkaç astrofizik kitabını karıştırdığımda önüme devasa bir dünya açıldı, içinde bir sürü ilginç problem ve yöntem barındıran.
Aslında her şey, hepsinin öncesinde, gene bu bahar döneminde İTÜ'de Yavuz Hoca'nın açıtğı "Advanced Astrophysics" doktora dersini dinlemeye başladığımda gelişmeye başladı.. Dersin sitesindeki ayrıntılı kaynakçaya göz atıp internetten bulduklarımı ufak ufak incelediğimde çoğu alt başlığın "Astrofizikte Akışkanlar Dinamiği" konu başlığı etrafında toplandığını gözledim. Bunun içine, yüksek enerji rejimlerinde parçacıkların hızlandırılmasından, şok dalgalarına, süpernovaların yayılma denklemlerinden kozmik ışınların plazma ortamlarında etkileşmelerine kadar yüksek enerji astrofiziğinin çok temel konuları da dahil. İçinde "astrophysics, fluid dynamics, astrophysical plasmas" gibi anahtar kelimelerin peşinden giderek vardığım birçok kaynakta bu işin aslında astrofizik çalışmaları içinde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu yavaş yavaş keşfetmeye başladım ve böylece Boğaziçi'ndeki dersi almaya karar verdim.
Dersi bir tek ben aldığım için her hafta yalnız başıma ders dinledim ama hocamın Rus kökenli olması ve dersin kurgusunun (düzenli ödevler ve kitap açık sınavlar) da yurtdışındaki muadil derslerle kıyaslanabilir düzeyde olduğu göz önüne alınırsa oldukça verimli geçti diyebilirim. Ders kitabı olarak Paterson'un "A First Course on Fluid Dynamics" kitabını kullandık ve ders sırasında ve sonrasında incelediğim kaynaklarla karşılaştırmak gerekirse anlatım ve örnek çözümü yönünden Paterson'un kitabı diğerlerinin yanında oldukça iyi.. Üç ödevle birlikte iki vize ve bir final sonrasında tamamladığım dersin sonunda, bu yaz konunun biraz daha astrofizik tarafına eğilmeyi planlıyarak kitaplarımı belirleyip çalışmaya koyuldum... Taa ki bölümden, geçen dönem ara sıra yanına uğradığım hocamın yakın zamanda içinde fazlasıyla "ileri seviye akışkanlar dinamiği" geçen bir model üzerinde çalıştığını öğrene kadar.. Konu kozmik ışınların şok dalgalarında "diffuse shock acceleration" adı verilen bir mekanizma ile yüksek enerjilere hızlandırılıp ışınım yaymasının modellenmesi ve eldeki çeşitli süpernova kalıntılarına bu modelin uyarlanması.. Konunun temelleri tam da istediğim teorik tadda ve teorinin yanında ciddi bir hesaplamlamalı kısım var ki o da "Computational Fluid Dynamics"(CDF) olarak anılan ve bir sonraki adım olarak içine girmeyi hayal ettiğim bir alan.. Noktaların bu şekilde birleşmesini çok seviyorum.. Sürecin başlangıcında bu noktaya ulaşabileceğimi tahmin bile edemezdim ama geriye bakarak attığım her adımı tek tek birleştirebilmek güzel bir his..
Bölümde seçmeli ders olarak açılmamışsa veya rastgele almamışsa Akışkanlar Dinamiği birçok fizik öğrencisi için oldukça yabancı bir alan aslında.. Konu olarak, "akışkan" olarak tanımlanan herşeyi içine alıyor ki bunun içine sıvılar, gazlar, plazma ortamların hepsi dahil.. (Görünen) Evrenin de %99'un gaz ve plazma olduğu düşünüldüğünde astrofizikte ne kadar hayati bir yere sahip olduğunu hayal edebilirsiniz.. Temel diferansiyel denklem ve az biraz matematiksel metodlar bilgisi üzerine kolaylıkla kurulan bir yapıya sahip Akışkanlar Dinamiği.. Aslında hemen hemen tüm olay, iki denklemi problemin türüne göre farklı sınır ve başlangıç koşullarında çözmeye dayanıyor. Bunlardan ilki kütle-süreklilik denklemi:
NOT: Yazının içindeki denklem ifadelerini görebilmek için MathJax scriptinin yüklenmesi için kısa bir süre beklemeniz gerekiyor.
\[\frac{\partial \rho}{\partial t} + \nabla{(\rho \vec{v})} = 0\]
Basit bir şekilde, belli bir alan elemanı içinden geçen kütle akışını zaman göre hız cinsinden ifade edip diverjans teoremi ile hacim elamanı üzerinden diverjans ile ifade edilmesiyle elde edilebiliyor.
Diğer denklem ise momentum korunumundan gelen, biraz daha karmaşık bir denklem:
\[\frac{\partial \vec{v}}{\partial t}+(\vec{v}.\nabla)\vec{v}=F-\frac{\nabla p}{\rho}\]
Denklemin sol tarafı akışkanın hareketi ve zamandaki değişim nedeniyle hızdaki değişimi verirken, sağ tarafta $F$ ile gösterilen kuvvet ve $\nabla p$ ile gösterilen basınç gradyenti var. Bu denkleme viskozite ile ilgili ikinci dereceden terimleri( $\nabla^2 \vec{v}$ ve $\nabla \nabla \cdot \vec{v}$ ) de eklediğimizde meşhur Navier-Stokes denklemlerini elde ediyoruz ki bu denklemlerin çözümlerine dair bir problem Clay Matematik Enstitüsü'nün 1 milyon dolarlık sorularından biri (detaylı bilgi Plus Maths'de).
Astrofizikte bunları kullanmak için ise işin içine biraz manyetik alanlar, biraz da yüklü parçacıklar koyup yukarıdaki iki denklemi Maxwell Denklemleri ile birlikte belli yaklaşımlar yaparak çözüyoruz ki Maxwell Denklemleri:
\begin{aligned}
\nabla \times \vec{\mathbf{B}} -\, \frac1c\, \frac{\partial\vec{\mathbf{E}}}{\partial t} & = \frac{4\pi}{c}\vec{\mathbf{j}} \\ \nabla \cdot \vec{\mathbf{E}} & = 4 \pi \rho \\
\nabla \times \vec{\mathbf{E}}\, +\, \frac1c\, \frac{\partial\vec{\mathbf{B}}}{\partial t} & = \vec{\mathbf{0}} \\
\nabla \cdot \vec{\mathbf{B}} & = 0 \end{aligned}
... ve ortaya Güneş'teki plazma etkileşimlerinden, şok dalgalarında parçacık hızlandırmaya kadar birçok alana uygulanabilen Magnetohydrodynamics denklemleri ve çözümleri çıkıyor..
Tabii bu süreç keşke bu yazıda basitçe anlatmaya çalıştığım gibi doğrudan ve kolay olsa.. Daha işin çok daha başındayım ve yeni yeni emeklemeye başladım diyebilirim; yürümeye de daha çok var gibi görünüyor. Fakat motivasyonum kırılmadığı takdirde bu hızla devam ederek yakın zamanda birşeylerin şekillenmeye başlayacağını görüyorum.. Tüm bu süreci ve daha sonrasını biraz dökümante etmek ve bir taraftan da paylaşmak amacıyla yeni bir bloga başlıyorum "Cosmic Turbulance" adında.. Konunun doğrudan fiziksel yönlerini bol denklemli yazılarla paylaşmaya çalışacağım burada.. İlk yazıyı bu hafta hazırlamayı planlıyorum bakalım, umarım uzun soluklu bir çalışma olur. İlgilenenlere duyrulur...
Coursera ve Online Eğitim
Uzun zamandır internet üzerinde farklı farklı üniversite veya kendi alanımla ilgili enstütülerin yayınladıkları online video dersleri seyrediyorum. İstediğim zaman durdurup geri sarabildiğim, çoğu zaman alanında en iyi profesörlerin anlattıkları bu dersler eğitimim boyunca belki de hiç elde edemeyeceğim bir fırsatı istediğim anda bilgisayarımın ekranına taşıyor. Derslerin klasik anlamda önceden belirlenmiş ders saatlerinin dışına taşınabiliyor olması, “sürekli-eğitim” gibi bir “alışkanlığa” sahip olan benim gibi biri için vazgeçilmez bir araca dönüşebiliyor.
Alanım fizikten ve kendi deneyimlerimden örnek vermem gerekirse, fiziğe giriş niteliğinde en temel kavramları MIT’nin Opencourseware sitesindeki Walter Lewin’in şahane derslerinden; teorik fizik temellerinin en hayati kısmını kapsayan Klasik Mekanik, Kuantum Mekaniği, Klasik Alan Teorisi ve Görelilik derslerini Standford’da ders anlatım konusunda şu ana kadar “tek geçebileceğim” Leonard Suskind’den dinleme fırsatım oldu. Bunların yanında, ara sıra Perimeter Teorik Fizik Enstitüsü ve CERN’in yaz okulu programlarından ufak çapta mini-dersler de fazlasıyla işime yaradılar.
Tüm bu derslerin video tabanlı olması ve sadece izleyerek – pasif – bir öğrenme süreci oluşturması belki deen önemli eksiklerinden biri. Böyle bir durumda, ideal bir öğrenme süreci için öğrencinin videoların yanında düzenli olarak kaynak kitaplardan konulara göz atıp, sorular çözmesi, üzerinde durulan kavramları bir kez de kendi başına yenilemesi gerekiyor. Tabii bunun için de haftalık ödevler gibi “zorunlu” ve programlı bir altyapı olmadığı için bu çoğu zaman eksik kalıyor ve beklenenin çok çok altında bir verim alınıyor..
Online derslerdeki bu probleme belki de nispeten çare olacak bir sistem ile işleyen bir platform var, Coursera adında.. Standford, Princeton gibi dünyanın önde gelen birçok üniversitesinin parçası olduğu ve şu anda 100’ün üzerinde online dersi, haftalık video derslerin yanında düzenli olarak notlanan ödevler ve sınavlarla birlikte beraber sunuyor Coursera, üstelik ücresiz (şimdilik!).
Bu hafta ilk dersi başlayan Kuantum Mekaniği ve Kuantum Algoritmaları dersine kayıt olarak ben de ilk online ders tecrübemi yaşamış bulunuyorum. Berkeley’den Umesh Vazirani’nin verdiği ders 8 hafta sürüyor ve toplam 8 ödev ve bir final üzerinden değerlendiriliyor. İlk haftaki ders için siteye yaklaşık iki saatlik, konuya giriş şeklinde bir video eklendi; istediğiniz zaman bu videoları izleyebiliyor, isterseniz inderedebiliyorsunuz. Dersin yanında bir hafta süre içerisinde teslim edilmesi beklenen bir de ödev var ve çoğu, çoktan seçmeli ama içinde birçok hesaplama da olan soruları yapıp gönderdiğinizde, otomatik olarak kontrol edilip hemen notunuz size bildiriliyor. Bunların yanında dersi alan kişilerle derste anlamadığınız yerleri ya da ödevleri tartışabileceğiniz bir de forum entegre edilmiş sisteme ve ilk haftadan gözlediğim kadarıyla gayet de verimli çalışıyor.
Coursera’daki QM Computing dersinin logosu, Schrodinger’in Kedisi’ne atfen!
Coursera’daki dersler sadece matematik-fizik-bilgisayar alanında değil, aynı zamanda beşeri ve sosyal bilimler alanında da birçok kurs mevcut.. Bu derslerin ödev sistemi ise biraz daha farklı; ödevleri “peer-grading” dedikleri doğrudan öğrencilerin değerlendikleri kendi dinamikleriyle çalışan bir sistem tasarlamışlar.. Örneğin, kayıt olduğum ve birkaç güne açılacak olan bir başka ders “Fantasy and Science Fiction: The Human Mind, Our Modern World”ün ödevleri bu şekilde değerlendirilecek.
“Online Eğitim”, eğitimi birçok yönden dönüştürme potansiyeline sahip bir kavram.. Bu gibi uygulamalar, eğitim sürecini okuldaki öğretmen-öğrenci ilişkisine gittikçe daha da yakınlaştırıyor ama her zaman arada eksiklikler olacak gibi duruyor. Bu konuda, özellikle son zamanlarda Coursera ve MIT ve Harvard’ın duyurduğu edX gibi online eğitim platformlarının çoğalmasıyla, birçok yerde karşılaştığım eğitimin geleceğine dair “süper-iyimser” öngörülere Rationally Speaking’deki yazıda haklı olarak belirtilen nedenlerle şüpheci olarak yaklaşsam da, kendi eğitimim için fazlasıyla yararlanabileceğim bir kaynağın yaratılmış olmasından da hayli mutluyum!
Sizin herhangi bir online ders deneyiminiz oldu mu? Bu konudaki düşünceleriniz neler?
Karlı bir Günde Kar Kristalleri Üzerine
Sabah kalkıp perdeyi araladığımda karşılaştığım bembeyaz görüntü, bir haftadır izlemeyi ertelediğim bir semineri aklımda canlandırıp, sonrasında “günün anlam ve önemine” istinaden GökGünce’de paylaşmayı uyandırdı. Bahsettiğim seminer Perimeter Teorik Fizik Enstitüsü’ndeki kar kristalleri ve oluşumları üzerine CalTech’ten Kenneth Librecht’in harika konuşması:
PIRSA : Secret Life of a Snowflake – Kenneth Librecht
Kendisi CalTech’te fizik bölüm başkanı ve aynı zamanda tam bir “kar kristalleri tutkunu”… Librecht, kar kristalleri konusunda tarihte yapılan şaşırtıcı derecede çok az çalışmayı görüp yola çıkıyor ve böyle bir konu için ilk etapta bir labaratuar kurmayı göze alamadığından(ve kimsenin böylesi bir çalışmayı desteklemeyeceğinden), dışarı çıkıp kar kristallerini fotoğraflayarak işe başlıyor. Sonuçta ortaya aşağıdaki örneklerdekiler gibi birbirinden göz alıcı fotoğraflar çıkıyor:
Hiçbir kar kristalinin birbirine tıpa tıp benzemediğinin kanıtı niteliğinde fotoğraflar hepsi..
Yukarıda bağlantısını verdiğim konuşmada, öncelikle farklı sıcaklık değerlerinde farklı farklı kristal yapıların oluştuğunu gösteren bir morfoloji diyagramı üzerinde konuşup bu diyagramdaki geçişlerin hala daha, çok iyi anlaşılamadığından bahsediyor.
Bir çok farklı türde kar kristalinin gözlemler sonucu kataloglanmasına rağmen oluşum süreçlerindeki dinamikler hakkında çok az şey biliniyor olmasını ise esprili bir dille fizik çevreleri için bir “utanç kaynağı” olarak değerlendiyor konuşmasında. “Sonuçta havadan düşen birşey hakkında daha fazla şey bilmek gerekmez mi?” diye soruyor haklı olarak! Bu soruların cevaplarını bulmak adına çektiği fotoğrafları bastığı ve konuyla ilgili yazdığı kitaplardan elde ettiği gelirle labaratuar çalışmaları için bütçe oluşturup deney ortamında sıcaklık ve nem gibi değişkenleri kendisi değiştirerek kar kristallerinin oluşumunu gözlemeye başlıyor. Bu da işin altında yatan fizik prensiplerinin yavaş yavaş ortaya çıkmasına yardımcı oluyor. Detaylar konuşmanın videosunda.. Seminerin dili, lise düzeyinde fizik bilen biri için 5-10 dakika haricinde çok kolay takip edilebilecek düzeyde. Seminerin sonundaki soru-cevap kısmını da atlamamanızı öneririm, güzel tartışmalar dönüyor.
Konuşmacının kar kristalleri konusunda muhteşem fotoğrafların ve çalışmalarının tüm detaylarını anlattığı yazıların bulunduğu sitesini ziyaret etmenizi kesinlikle öneririm: Snow Flakes and Snow Crystals.
İTÜ Fizik Kış Okulu ve Astrofizik Sunumum
Derslerin yanında, aralarda lisans öğrencilerinin yaptıkları çalışmaları veya ilgilendikleri konuları bir saatlik bir sunum zarfında sunma fırsatı da veriyorlardı; ben de bu fırsatı kullanarak astrofizikte en temel kavramlardan yıldız yapısı denklemleri ve özellikle hidrostatik denge denklemi ile yıldız evriminin ilişkisine dair bir sunum yaptım. Sunumun bir kısmı diferansiyel denklem seviyesinde matematik gerektirse de amacım astrofizikte temel düşünme ve hesaplama yöntemleri hakkında fikir vermek olduğundan birçok görsel ve kavramsal materyalden yararlandım. Sunumu merak edenler aşağıdan göz atabilirler.
Sunum görsel ağırlıklı olduğundan konu hakkında temel birkaç şeyden burada da bahsedeyim. Hidrostatik denge bir yıldızın büyüklüğü ve parlaklığı gözle görünür şekilde değişmeden, özellikle ömrünün büyük bir kısmını geçirdiği ana-kol evresindeki denge halini tanımlayan bir denklem(denklem aslında yıldızın tüm denge durumları için geçerli).
Bir yıldıza baktığımızda, yıldızın devasa kütlesi ve bunun sonucu oluşan kütleçekim kuvvetiyle merkeze doğru yani kendi üstüne çökmesini bekleriz. Fakat, örneğin Güneş'in 4 milyar yıldır bu şekilde çökmeden dengede kaldığını bildiğimize göre, buradan yıldızın içinde bu kütle çekim kuvvetini dengeleyen karşı bir kuvvet olmalı sonucu çıkarıyoruz. Bu kuvvet de temel olarak, yıldızın merkezinde gerçekleşen füzyon reaksiyonları sonucu açığa çıkan enerjinin sürekli var olmasını sağladığı basınç kuvveti.. Yani yıldızın içinde basınç ve kütle çekim kuvvettinin bir dengesi söz konusu.Denklemin ifadesi şu şekilde:$$\frac{dP(r)}{dr} = - \frac {G.m(r).\rho(r)}{r^2}$$İfadenin sol tarafında basıncın yarıçap doğrultusundaki değişimi yani gradyenti var, sağda ise $G$ evrensel kütleç çekim sabiti, $m(r)$ merkezi içine alan ve merkezden r kadar uzaklıktaki küresel hacmin kütlesi, $\rho(r)$ ise merkezden $r$ uzaklıktaki madde yoğunluğunu veriyor. Kısaca şöyle diyebiliriz ki bir yıldız içine çökmeden dengede kalabilmesi için merkezde daha yüksek olmak koşuluyla içerinden bir basınç ile dengelenmesi gerekiyor. Denklemin sağındaki eksi işareti ise basıncın, yarıçap yani $r$ parametresi azaldıkça artmasından dolayı geliyor. Yani denklemin solundaki basınç gradyenti sıfırdan küçük ($\frac{dP(r)}{dr}<0$) Denklem, yıldızın içindeki kütle ve yoğunluk dağılımı bilindiği takdirde sınır koşulları koyularak kolaylıkla çözülebiliyor.
Bunun yanında, bu denge yıldızın evriminin çeşitli aşamalarında iki kuvvetten birinin yönüne kayabiliyor ve doğal olarak denge bozulup yıldızın genişleyerek devasa bir kırmızı-dev bir yıldıza ya da 10km çapında bir nötron yıldızına dönüşmesine neden olabiliyor. Yani özetle, hidrostatik denge denklemi bir yıldızın oluşumundan son evrelerine kadar nasıl davranacağını belirleyen oldukça önemli bir denklem..
Sunum benim için önemli bir deneyimdi.. Hocaların ve fizik öğrencilerinin karşısında, tahtada denklemler karalayarak verdiğim ilk "akademik" sunumdu aslında.. Yıllardır çeşitli etkinliklerde astronomi sunumları yapsam da ilk başta heyecanlanmadan edemiyor insan.. Sunum sonunda gelen güzel tepkiler de iyi hissettirmeye yetiyor...
Hubble’dan Einstein Haçı
Dün Hubble uzay teleskobu ekibinin yayınladığı bir fotoğraf benim gökyüzü fotoğrafları arasında her seferinde ağzım açık izlediğim ve açıklaması hayal gücümü dahi zorlayan bir olay hakkında : Einstein Haçı..
Telif hakkı : ESA/Hubble & NASA
GökGünce’de çeşitli vesilelerle bahsettiğim bir olay yatıyor aslında yukarıdaki görüntünün arkasında.. Öncelikle fotoğrafı anlamlandırmak adına birkaç şeyden bahsedelim.. Görüntü bizim galaksimizin dışından, yaklaşık 1 milyar ışık yılı öteden geliyor.. İlk başta ortadaki beşli sistem, ortasında daha sönük olan ve etrafında da dört tane olmak üzere birden fazla çekirdeğe sahip bir galaksiyi andırıyor. Bu gibi galaksilere sıkçı rastlanıyor aslında, özellikle kütleçekimiyle birbiriyle etkileşen galaksiler etkileşmenin bir aşamasında birden fazla çekirdeğe sahip büyük bir galaksiyi andırabiliyorlar.. Fakat buradaki tamamen farklı bir durum! Ortadaki bir galaksi, etrafındaki dört parlak nokta ise arka plandaki bir kuazarın(bir galaksi türü) aynı dört görüntüsü.. Görüntünün altında yatan mekanizma ise Einstein’ın genel görelilik teorisinin en muhteşem sonuçlarından biri olan “kütle çekimsel mercekleme”..
Kısaca, Einstein uzay-zamanın mutlak ve değişmez bir yapıdan ziyade içindeki kütle(ve enerji) nedeniyle büküldüğünü ve ışığın da bu eğri uzaydaki “bozulmuş” yolu takip ettiğini söylüyor.. En baştaki fotoğrafta, ön plandaki galaksi devasa kütlesiyle(yaklaşık 100 milyar güneş kütlesi) etrafındaki uzayı büküyor ve çok çok uzaklarda, 10 milyar ışık yılı öteden bir galaksiden gelen ışık bu eğri uzaydan geçerek galaksinin etrafında birden fazla görüntü oluşturuyor. Öndeki galaksi bir nevi mercek görevi görüyor yani. Görüntü artı işaretini andırdığından da “Einstein Haçı” olarak adlandırılıyor.. Bu yöntemle arka planda görülmesi çok güç, parlaklığı çok az olan galaksiler kolaylıkla gözlenebiliyor ve gene bu yöntemden yararlanarak öndeki galaksinin kütlesi kolaylıkla bulunabiliyor..
Bu etkinin çok daha dramatik bir sonucu olan şu görüntü ise benim favorim:
Abel 2218 galaksi kümesi ( Kaynak : Hubblesite )
Fotoğraf sanki bozuk bir lensle çekilmişçesine, bozuk şekiller, bulanık görüntülerle sürreal bir havaya sahip ama aslında görebileceğiniz en “gerçek” görüntülerden biri.. Olan şey ise devasa bir galaksi kümesinin arka plandaki galaksilerden gelen ışınları mercek etkisiyle dağıtarak bozuk görüntülerini oluşturması.. Çizgi ve eğriler şeklinde yayılmış görüntüler aslında birer galaksi.. Dediğim gibi bu fotoğraflar, üzerinde herhangi bir şekilde oynanarak elde edilmiş görüntüler değil, teleksobunuzu buraya yönlendiriyorsunuz ve böyle birşey görüyorsunuz.. İnanılmaz bir şey.. Konuyla ilgili geçen yıl bir yazı daha yazmıştım buna benzer, ilginizi çektiyse oraya da göz atabilirsiniz.
Güneş’te Patlama Dünya’da Görsel Şölen
Altı aydır yazmadığım göz önüne alındığında ancak böyle “sansasyonel” bir başlıkla ilgi çekebilirim herhalde! Ama bahsedeceğim olay başlığı fazlasıyla haklı çıkarabilecek nitelikte.. Şu sıralar Güneş’te ciddi bir hareketlenme var; hareketlenmeden kastım yüzeyinden uzaya fırlatılan milyonlarca parçacık ve görsel şöleni oluşturan, bunların bizim atmosferimizle etkileşmesi..
Güneş’in yüzeyindeki aktif bölgelerde manyetik alan çizgilerinin birbiriyle etkileşerek ortaya devasa enerjilerin çıkmasıyla çok büyük kütlelerde madde, Koronal Kütle Atımı (kısaca CME – Coronal Mass Ejection) şeklinde uzaya fırlatılıyor. Yoğun olarak plazma halde proton ve elektronlardan oluşan bu kütle atımları bir kerede 10 milyar tona yakın madde içerebiliyorlar. Saniyede binlerce kilometreye ulaşan hızlarda yol alan bu parçacıklar Dünya’ya ulaştıklarında Dünya’nın çevresindeki manyetik alanla etkileşip kutuplara doğru yönlendiriliyor ve atmosferdeki atomlarla çarpışarak Kuzey Işıkları ya da auroralar olarak bilinen muhteşem görüntüleri oluşturuyorlar (“Kuzey ışınları” talihsiz bir adlandırma, çünkü bunlar benzer şekilde güney yarım kürenin kutba yakın enlemlerinde de gözlenebiliyorlar).
19 Ocak’ta gerçekleşen CME’nin dün Dünya’ya ulaşmasıyla kutba yakın kuzey enlemlerdeki gözlemciler kuzey ışıklarını fotoğraflamaya başladılar ve sonuç olarak bugün birçok kaynaktan birbirinden büyüleyici rengarenk fotoğraf internette paylaşılmaya başlandı. Spaceweather ve Facebook’ta Aurora Borealis grubundaki fotoğrafların her biri bastırılıp duvara asmalık.. Favorilerim ise şu ikisi:
Telif Hakkı : Øystein Lunde Ingvaldsen – Kuzey Norveç (Fotoğraf Spaceweather’dan alınmıştır)
Telif Hakkı : Kristín Jónsdóttir (Fotoğraf Aurora Borealis grubundan alınmıştır)
Tabii bununla bitmiyor.. Dünkü şölenin üzerine bugün de Güneş’in yüzeyinde çok büyük bir patlama ve ona eşlik eden bir CME gözlendi. Bu seferki hem de enerji skalasında X-ışınlarına denk gelen oldukça yüksek enerjili olanlarından; kısacası yarın Dünya’ya ulaşması beklenen CME dünkü görüntülerden çok çok daha renkli kareler vaad ediyor…
NASA’nın Güneş’i sürekli gözleyen uydularıyla alınan yukarıdaki görüntüde bugünkü kütle atımının ne kadar şiddetli olduğunu görebilirsiniz. (Ortadaki koyu daire Güneş, fakat çok parlak olduğu için bu fotoğraflarda özel bir teknik ile kapatılıp etrafındaki bölgeler görünür kılınıyor) Kaynak : Spaceweather
23 Ocak’ta Güneş’te meydana gelen patlamanın detaylı görüntüsü ( Kaynak : NASA )
Yeni Aurora fotoğrafları için Spaceweather’daki Aurora galerisini ve Facebook’taki Aurora Borealis grubunu takipte olun! Bu yazıyı beğendiyseniz de aşağıdaki butonlarla sosyal ağınızda paylaşmayı ihmal etmeyin ;)