İstanbulda Kar ve Kar Kristalleri Üzerine
Bu akşam İstanbul’da kar var.. Her yıl, yağan ilk kar adına GökGünce’de artık gelenekselleşen ‘Kar Kristalleri Üzerine’ yazılarına bu yıl Kepler’in konuyla ilgili bir kitabından bahsederek devam etmek istedim (Eski yazılar için: 1. yazı, 2. yazı, 3. yazı).
Telif hakkı: Alexey Kljatov
Hayatının kırkıncı yılında, bunun öncesinde Astronomia Nova eseri ile “evrenin düzenine” olağanüstü bir geometrik yaklaşım getirmiş Johannes Kepler, gözünü doğada rastlanan biraz daha “küçük ölçekli” örüntülere dikmişti. Bir gün Prag’da arkadaşını görmeye giderken Charles köprüsünde paltosunun yakasına ilişen kar tanelerini dikkatle inceleyip, böylesi düzgün bir altıgen geometrinin neden ve nasıl oluşabileceğini kendine sormuş ve 1611’de arkadaşı Baron Wackher von Wockhenfels için bir yeni yıl armağanı olarak ‘Strena seu de nive sexangula’ (Altıgen kardan yeni yıl hediyesi’') eserini kaleme almıştı.
Kepler, bu kitapta, kar tanelerinin mükemmele yakın altıgen simetrilerilerini detaylıca ele alıp, doğada gözlenen arıların altıgen peteklerinden, nar tanelerinin nar içindeki dizilimlerine kadar farklı farklı örneklerden yola çıkarak bir çözüm aramıştır. Her ne kadar kitapta modern anlamda atom teorisi ve kristalografinin temel fikirlerini geliştmiş olsa da, ortaya koyduğu probleme tatmin edici bir cevap bulamamıştır. Sonunda, biraz da mistik bir sonuç olarak, kar tanelerinin simetrisini, bitkiler ve matematikte sayılarda gözlendiği üzere doğada var olan ‘yapısal amaç’ (formative drive) dediği, Tanrı’nın su buharına sonunda bir kar tanesi formu oluşturması için aşıladığı ilahi amaca bağlamıştır. (Kar tanelerinin altıgen geometrisinin asıl nedenini merak edenler için: Snowflake Symmetry – Optics Picture of the Day)
Kaynak: Public Domain Review
Kepler bu kısa çalışmasını şu güzel sözlerle kapatır: ‘Bunları yazarken, kar tekrar yağmaya başladı, biraz öncekinden daha da hızlı hem de; ben de meşgul bir şekilde küçük kar tanelerini incelemeye devam ediyorum..’ Tıpkı biraz önce dışarda paltomun yakasına konup bu yazıyı yazmama ilham veren kar taneleri gibi..
Kepler’in ‘Strena seu de Nive sexangula’ eserinin orjinali için tıklayınız.
Nature’da Philip Ball’un 2011’de bu eserin 400. yılı anısına kaleme aldığı harika bir yazı için: In retrospect: On the Six-Cornered Snowflake
ISIS’de yayınlanmış kapsamlı bir yazı için: Kepler’s New Year’s Gift of a Snowflake Cecil J. Schneer, Isis, 51: 1960, 531-545
Yazıdaki kar kristalleri görselini aldığım ‘Snowflakes: a Chapter from the Book of Nature’ kitabındaki renkli çizimler için: Public Domain Review
yorum
26 Aralık 2014 Cuma
Etiketler:astronomi, Gezegenler, Güncel Astronomi, Güncel Bilim, Güneş Sistemi, Haber
2014’ün Astronomi Keşifleri
2014 yılını geride bırakırken, bir çok haber sitesi ve blogda gelenekselleştiği üzere hafızayı tazelemek ve yılı kaparmak adına şöyle geriye bakıp, bu yıl astronomi alanındaki önemli keşifleri kısaca paylaşmak istedim.
Evreni anlama yolunda her geçen yıldan daha da fazla ilerleme kaydettiğimiz bu zamanlarda, bu keşifleri birebir yakından takip etmek ve kaydını tutmak gittikçe daha da zorlaşıyor. Geçtiğimiz senelerde Gök Günce’de böylesi güncellemeleri çok daha sık paylaşırken, artık akıp giden haberleri takip etmeye devam etsem de bunları uzun yazılarla kelimelere dökmekte çoğu zaman kolaya kaçıyorum, GökGünce’nin Facebook, Tumblr ve Twitter hesaplarından kısa yazılar şeklinde paylaşmayı tercih ediyorum. Aşağıdaki haberleri seçerken kriterim, öğrendiğimde ne kadar heyecanlandığım ve yapılan çalışmanın evreni anlama yolunda bize ne ölçüde yeni perspektif kazandırdığı oldu. Lafı uzatmadan 2014’ün astronomi olaylarına geçelim.
1- Rosette Görevi ve 67/P üzerine iniş
Kuyruklu yıldız 67/P üzerine iniş yapan Philae sondası (Kaynak: ESA)
Yılın başında ‘Bir Kuyruklu Yıldızın Yüzeyine İnmek’ adlı yazıyla girizgah yaptığım bu konu ESA’nın müthiş başarılı tanıtım kampanyasıyla 2014’ün en çok konuşulan olayı oldu ki bunu fazlasıyla hak ediyordu. İnsanlık tarihinde bir kuyruklu yıldız üzerine ilk defa kontrollü bir iniş yapıldı ve her ne kadar yüzey üzerinde birden fazla kez sıçramayla Philae bir uçurum kenarına indirilebimiş olsa da, sondanın bataryalarının el verdiği ölçüde yaptığı ölçümler önümüzdeki günlerde önde gelen haber başlıkların oluşturacak. Yörüngedeki Rosetta uydusu ise her geçen gün kuyruklu yıldızın bir başka açıdan fotoğrafını ve aynı zamanda elde ettiği bilimsel verileri göndermeye devam ediyor. Rosetta ile ilgili Tumblr’daki güncellemelerim ve Astronomi Diyarı’ndaki haberler için bağlantıların üzerine tıklayınız.
2- Mars’taki Metan Ölçümü ve Olası Biyolojik Kaynakları
Mars’taki Metan gazı oluşumu süreçlerini özetleyen bir şema (Kaynak: NASA – Türkçeleştiren: Astronomi Diyarı)
Yılın hareketli geçen son döneminin bir başka heyecanlı keşif haberi Mars’taki Curiosity ekibinden geldi! Keşif robotunun bir yıldır yaptığı ölçümleri karşılaştıran ekip, Mars atmosferinde organik bir bileşik olan Metan gazının beklenmedik bir şekilde artıp azaldığını gözledi. Biyolojik bir kaynağın yüzeyde ya da yüzeyin altında aktif oluşuyla açıklanabilecek bu olgunun aynı zamanda abiyotik-cansız süreçlerle de ortaya çıkabileceği belirtiliyor. Her halükarda bunun, Curiosity ve yörüngedeki uyduların gönderdiği fotoğraflarla tamamen ‘ölü bir gezegen’ izlenimi veren Mars’ın aslında aktif proseslerle ‘hayatta olduğunu’ gösteren bir keşif olduğunu söyleyebiliriz. Keşif ile ilgili kısa haber yazısına Tumblr’daki güncellememden ve Astronomi Diyarı’ndaki haberden erişebilirsiniz.
3- Orion Uzay Aracının İlk Test Sürüşü
(Kaynak: United Launch Alliance)
Geleceğe dönük en heyecanlı gelişmelerden biri de NASA’nın ‘derin uzay’ keşif programının en kilit parçası olan ve insanları 2022’de bir asteroide, 2030’da da Mars’a ulaştırması planlanan Orion uzay aracı Aralık ayının başında başarılı bir şekilde yörüngede iki tur atarak test edildi. İnsanlığı Güneş Sistemi’nin en uçlarına taşıyacak bu gelişme ile paralel olarak yakında yayınlanan muhteşem kısa film Wanderers, gelecekteki keşiflerin müjdecisi gibi…
4- Laniekea Süper-Kümesinin Keşfi
Sarı filamentlerle sınırları belirtilmiş Laniekea süper-kümesi ve kırmızı ile işaretlenmiş Samanyolu galaksisinin konumu (Kaynak: Nature)
Samanyolu galaksisinin de dahil olduğu milyonlarca galaksiye ev sahipliği yapan, evrenin büyük ölçekte ‘iskeletini’ oluşturan yapılardan biri olan Laniekea süper-kümesinin keşfi, evrendeki yerimizi anlamak konusunda atılan en etkili adımlardan biriydi bu sene. Evrenin genişleme etkisine rağmen kütle-çekim sayesinde bir arada duran, yapılan hız ölçümleriyle sınırları ortaya konan bu süper-küme, uzun zamandır Samanyolu galaksimizin ‘büyük resimdeki’ yerini bulmak konusunda yapılan araştırmaları bir üst seviyeye taşıdı diyebiliriz. Nature’da yayınlanan haberle birlikte verilen Youtube videosu için tıklayınız.
5- ALMA ile Gezegen-Oluşum Diski Görüntüsü
ALMA tarafından alınmış, HL Tauri yıldızının etrafındaki toz diski ve aralarda gezegenlerin oluşturduğu boşluklar (Kaynak: ALMA)
Yıldız oluşumu ve etrafında arta kalan diskte gerçekleşen gezegen oluşumu süreçleri, ortamın gerçek anlamda gaz ve tozdan dolayı ‘göz gözü görmemesi’ nedeniyle görüntülenmesi ve dolayısıyla incelenmesi en zor alanlardan biri… Şili’deki Atacama Milimetre Üstü/Milimetre Altı Dizgesi (ALMA)’nin Kasım ayının başında yayınladığı görüntü bu alanda devrim yarattı denebilir! Oldukça genç, yaklaşık bir milyon yaşındaki bir T-Tauri tipi yıldızın etrafındaki gezegen oluşumu diskinde, diskte oluşup yörüngesini temizlemiş ve yörüngesi boyunca boşluklar oluşturmuş gezegenlerin izleri yayınlanan görüntüde açık bir şekilde görülebiliyor. Gezegen oluşum ortam ve mekanizmalarını incelemek için müthiş bir adım olan bu keşif aynı zamanda Güneş Sistemi dışı gezegen keşifleri için de büyük önem taşıyor. Haberin detayları için Astronomi Diyarı’ndaki yazıyı inceleyebilirsiniz.
6- Kepler’den yeni 715 Öte-Gezegen
Güneş Sistemi Dışı gezegenleri(öte-gezegen) gösteren hayali bir görsel (Kaynak: NASA)
Kepler uzay teleskobu ekibinin Güneş Sistemi dışı gezegen listesine bir günde eklediği 715 yeni öte-gezegen, bu alanda eldeki verileri ve bildiklerimizi bir anda katladı denebilir. Şubat ayının sonlarına doğru Kepler ekibinin yaptığı açıklamada, yıldızlarının önünden geçerken oluşan parlaklık azalmasıyla keşfedilen bu gezegenlerin büyük çoğunluğunun birden fazla gezegene sahip sistemlerde bulunduğu açıklandı. Şimdilik gözlem yöntemlerimiz ve elimizdeki teleskoplarla şimdilik kısıtlı olan keşif kabiliyetimize rağmen, yakın zamanda Kepler teleskobu gibi atılacak büyük adımlarla Dünya benzeri bir gezegeni bulmaya gittikçe daha da yaklaşıyoruz. Keşifin detaylarını Astronomi Diyarı’ndaki yazıdan inceleyebilirsiniz.
7- Evrenin Başlangıcından Kütle-Çekim Dalgaları
BICEP2 ekbi tarafından yayınlanan veride, kozmik mikrodalga fon ışınımı üzerinde, evrenin ilk başlarındaki kütleçekim dalgalarının oluşturduğu polarizasyon örüntüsü görülüyor (Kaynak: Nature)
Eğer doğrulanmış olsaydı listenin en başında yer alacak bu habere malesef listemizin sonunda bulunuyor. Mart ayında BiCEP2 deneyinin yaptığı sansasyonel basın açıklamasıyla ortaya koydukları bulgularla, evrenin oluşumunun ilk anlarına karşılan gelen ‘şişme (inflation)’ döneminden kaynaklı kütle-çekim dalgalarının izlerine rastlandığı duyuruldu. Kozmik mikroldalga fon ışınımındaki polarizasyon bilgisine bakılarak elde edilen bu sonuçlar, aradan bir süre geçtikten sonra paralel bir başka deney olan Planck ekibi ve diğer kozmologlar tarafından sıkı eleştirilere maruz kaldı. BiCEP2 ekibinin gözlediği keşif sinyalinin aslında Samanyolu’ndaki gaz ve toz arkaplan sinyalinden kaynaklanabileceği ve ortaya konan sonuçların şaibeli olduğu öne sürüldü. Birden toz-duman altında kalan alan, Planck ekibinin yılın sonuna doğru yayınladığı arkaplan analizleri ile bahsi geçen keşfin, iddia edildiği gibi muhtemelen hatalı olduğunu duyuruldu. Her ne kadar kopan kavga gürültüye bakarak ortada gerçek bir keşif olmadığı düşünülse de tüm bu süreç ‘bilimin işleyişini’ açık ve net bir şekilde gösteren bir senaryo özelliği taşıyor; ne yazık ki medya bu konuyu başından beri horoz dövüşü şeklinde ele almaya devam etse de.. Konuyla ilgili GökGünce’de yazdığım iki detaylı haber için: Büyük Patlamadan Gelen Dalgalar ve CMB Keşif Duyurusunda Çatlaklar
2014 yılında astronomide gerçekleşen (bana göre) heyecan verici gelişmelerinden öne çıkanlarını paylaşmaya çalıştım sizlerle.. Yılın başında yayınlamayı planladığım ‘2015’in Muhtemel Büyük Olayları’ temalı yazı için ise beklemede kalın..
Newton’un doğum günü için harika bir hediye!
25 Aralık tarihi Noel'in yanı sıra, aynı zamanda büyük İngiliz fizikçi Isaac Newton'un da doğum günü! Bilim tarihinde, tam da bu güne denk gelen hoş bir rastlantı söz konusu..
25 Aralık 1758 günü, Newton'un doğum gününe yaraşır müthiş bir olay gerçekleşir: Newton'un uzun yıllar boyunca kütle-çekim kuramının temel dayanaklarından birini oluşturan, yörüngesi üzerinde çalıştığı Halley kuyruklu yıldızı, teorik olarak tahmin edildiği üzere tekrar gözlenir!
Halley kuyruklu yıldızının 1835 geçişinden bir çizim. Kaynak: A Popular Treatise on Comets (1861) by James C. Watson (Kaynak: Public Domain Review)
Kuyruklu yıldızların Güneş Sistemi'ndeki diğer gök cisimleri gibi eliptik yörüngelere sahip olduğunu ortaya atan Kepler'in ardından, Flamsteed ve Halley gibi gözlemciler yaptıkları detaylı gözlemlerle bahsi geçen eliptik yörüngelerin kuyruklu yıldızların gökyüzünde periyodik olarak görünmeleri ile ilişkili olduğunu iddia etmişlerdi. Halley, Newton'un kuramını kullanarak yaptığı hesaplamalarla 1531'de Peter Apian'ın, 1607'de Kepler'in, 1687'de Newton'un bizzat gözlediği kuyruklu yıldızların 76 yıl periyoda sahip aynı kuyruklu yıldız olduğunu, üstelik bunun 1758'de tekrar gözleneceğini ortaya atmıştı! Bu kuyruklu yıldız, ünlü Halley kuyruklu yıldızı idi..
İlginç bir tesadüftür ki 1758'de Newton'un doğum günü ile aynı takvim gününe denk gelen Halley kuyruklu yıldızının tekrar görünmesi, Newton'un kütle-çekim kuramının en önemli testlerden birini geçtiğini göstermiştir. Her ne kadar bu önemli olaya Newton hayatı sırasında şahit olamasa da evren onun için bir güzellik yapmış, ona harika bir doğum günü hediyesi vermiştir! Bu vesileyle: İyi ki doğdun Newton!
Bu arada ilginç bir başka rastlantıdır ki, Halley kuyruklu yıldızının bizleri son ziyareti, ünlü Halley bisküvisine ismini verdiği ve Güneş’e en yakın geçişini yaptığı tarih Şubat 1986 tarihinin kendi doğum günüme rastlaması nedeniyle, bu kuyruklu yıldız ile ayrı bir ‘duygusal bağ’ kurduğumu itiraf etmeliyim! Geçtiğimiz aylarda çok yakın bir dostumun hediye ettiği, 1986’da Halley’in geçişi vesilesiyle Boğaziçi Üniversitesi’nin yayınladığı, Muammer Dizer, Atila Özgüç, Tamer Ataç ve Levent Altaş’ın kaleme aldığı değerli kitabın da ismini anmak istedim.
Bu yazıya temel oluşturan detaylı yazı için: ‘A Birthday Present for Newton’ (Ether Wave Propoganda Blog)
Gezegenlerdeki Dağ Yüksekliğini Hesaplamak
Geçtiğimiz 11 Aralık gününün Birleşmiş Milletler tarafından ‘Uluslararası Dağ Günü’ ilan edilmesine ithafen Tumblr’da ‘Güneş Sistemi’nin en yüksek dağları’ olarak Vesta asteroidindeki 22km’lik Rheasilvia dağı ve Mars’taki 25km yüksekliğindeki Olympos Mons volkanının fotoğraflarını paylaşmıştım. Yakın zamanda elime geçen, okuması oldukça kolay bir gezegen-bilim kitabında (Planets and Planetary Systems-Stephan Eales) da bugün, bir gezegen üzerinde oluşabilecek bir dağın yüksekliğini kabaca hesaplayan bir yaklaşımla karşılaştım ve kısaca buradan da paylaşmak istedim.
Dawn uzay aracı ile elde edilen Vesta ve görüntünün ortasındaki Rheasilvia dağı (Kaynak: NASA)
Viking uzay aracı tarafından elde edilen Olympos Mons görüntüsü (Kaynak: NASA)
Çıkarımın temelinde hidrostatik denge adını verdiğimiz, astrofizikteki en temel denklemlerden biri ve bunun yanında oldukça kabaca yaptığımız varsayımlar yatıyor [Hidrostatik denge üzerine önceden yazdığım açıklayıcı bir yazı için tıklayınız]. Öncelikle, aşağıdaki basit çizimde olduğu gibi kaya bir gezegenin yüzeyinde dikdörtgen pirizması şeklinde bir engebe-dağ olduğunu düşünelim. Bu yapının tabandan x kadar uzaklıkta δx kalınlığında bir kesit alalım. Bu yapının dengede olduğunu düşünüp, kesit üzerindeki kuvvetler dengesini yazacağız.
Kesitin üzerinde öncelikle gezegenin kütlesi(Mp) ile doğru, yarıçapının(Rp) karesi ile ters orantılı bir kütle çekim kuvveti var. Kesitin alanının A, yoğunluğunun ρ olduğunu belirtip aşağıdaki denklemi yazabiliriz:
Bunun yanında, bu yapının içinde aşağı gittikçe artan bir basınç olmalı ki, aldığımız kesitin alt ve üst yüzeyleri arasında bir basınç kuvveti farkı oluşsun ve bu fark da kütle çekim kuvvetini dengelesin. Yani aşağı doğru olan kütle çekim kuvveti ve kesitin üstündeki basınç kuvveti, yukarı doğru olan kesitin altındaki basınç kuvveti tarafından dengelenmeli, yani toplamları sıfır olmalı:
Dünya yüzeyindeki dağların yüksekliklerinin gezegenin yarıçapına göre çok çok küçük olduğunu düşünüp, ilk terimin paydasındaki x’I göz ardı edip, denklemi düzenlediğimizde şunu elde ederiz:
Bu denklemi çözmek için basit bir şekilde basınç (P) ve yükseklik (x) değişkenlerini farklı taraflara alıp, integre edersek:
Dağın tepesinde(x=h) basıncın sıfır olduğunu kabul ettiğimizde, dağın tabanındaki(x=0) basıncı aşağıdaki gibi buluruz:
Dağın ayakta durabilmesi için bu basıncın, kayaya sertliğini ve katı şeklini veren yapısındaki molekküller arası bağları ortadan kaldırmayacak kritik basınç değerinden daha az olmalı. Basınç, bu değerden yüksek olduğu takdirde, en alttaki kaya tabakası üstündekilerin ağırlığı nedeniyle ezilip deforme olacak. Kayalar içinbBu kritik basınç değeri de yaklaşık :
Yukarıkdaki denklemde P yerine bu kritik basınç değerini koyup düzenlediğimizde maksimum yükseklik değeri için aşağıdaki ifadeyi buluyoruz:
Bu ifadedeki parametreleri Dünya için yerine koyduğumuzda ~30km gibi, Dünya’daki gerçek değerin birkaç katı bir değer buluyoruz ki bu oluşturduğumuz basit modele bakarak gayet iyi bir sonuç![Dünya’daki en yüksek dağ tabanı Pasifik okyanusunda olan ve yaklaşık 10kmyüksekliğindeki Mauna Kea dağıdır.] Son denklemi kullanarak aynı zamanda Mp ve Rp parametrelerini değiştirerek başka gezegenlerdeki tipik dağ yüksekliğini de hesaplayabiliriz. Bunun için bir adım daha ilerleyip gezegeni küre olarak düşünüp, ortalama yoğunluğunu kullanarak kütlesini aşağıdaki gibi ifade edebiliriz:
Bu denklemdeki ρ gezegenin ortalama yoğunluğunu ifade ediyor (Dünya için ~5gm/cm^3). Bu hesap için, kaya gezegenlerde ρ değerinin kayanın yoğunluğu(~3g/cm^3) ile eşit olduğunu düşünerek sonunda aşağıdaki genel denklemi elde ediyoruz:
Bu denklem bize, bir gezegendeki dağın maksimum yüksekliğinin gezegenin yarı çapı ile ters orantılı olduğunu söylüyor. Örneğin test için Mars’ı düşürsek; Mars’ın büyüklüğü Dünya’nın yaklaşık yarısı, bu durumda Mars’taki dağların Dünya’dakilere oranla yaklaşık iki kat daha yüksek olmasını bekliyoruz. Mars’taki en yüksek dağ Olympos Mons’un Dünya’daki en yüksek dağ olan Mauna Kea’ya oranının 2.5 olduğunu göz önüne alırsak, modelimizin basitliğine rağmen tahmininin oldukça tutarlı olduğunu görebiliriz. Ayrıca yukarıdaki denklem bize Güneş Sistemi’ndeki gezegenler arasında en yüksek dağa Mars’ın sahip olmasının nedeninin de küçük bir gezegen olması ile bağlantılı olduğunu açık bir şekilde söylüyor. Bu kadar basit bir hesap ile böylesi güzel bir sonuca varmak müthiş etkileyici bir şey!
Güneş Sistemi’ndeki en yüksek sağ oluşumlarının Wikipedia’daki listesi için: http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_tallest_mountains_in_the_Solar_System
Uluslararası Dağ Günü’nün anlam ve önemine dair oldukça güzel bir yazı için de Dağ Delisi blogundaki yazıya göz atabilirsiniz: https://dagdelisi.wordpress.com/2014/12/12/uluslararasi-dag-gunu/
yorum Etiketler:
nötron yıldızı, Pulsarlar, Türk Astronomi Derneği, Türkiye'de Bilim, x-ışını, Yıldız Evrimi, yüksek enerji astrofiziği
Kandilli Rasathanesi’nde İlk Astrofizik Günü
İstanbul’un en güzel yerlerinden birinde, Kandilli sırtlarında kurulu Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Astronomi Labaratuvarı, bugün ilki düzenlenen ve artık her ay bir yenisi tekrarlanacak ‘Türk Astronomi Derneği-Kandilli Astrofizik Günleri’ buluşmalarına ev sahipliği yapıyor olacak!
İstanbul’da nadir rastlanan bir sessizlik ve sol tarafınızda Boğaz manzarası ile küçük bir koru içinden geçerek ulaştığınız gözlemevinin tarihi kütüphanesinde oldukça mütevazi bir toplulukla bugün ilk buluşma gerçekleştirildi [Kandilli rasathanesini tanıtan ve burada yapılan çalışmaları detaylı bir şekilde anlatan eski bir yazım için tıklayınız]. Konuşmayı veren İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü’nden K. Yavuz Ekşi, M82 galaksisinde yakın zamanda gözlenen bir Ultra-Parlak X-Işını Kaynağı üzerine konuştu (Makale için tıklayınız).
Kandilli Rasathanesi Astronomi Laboratuarı (Kaynak: Kandilli Rasathanesi)
Yüksek enerji astrofiziğinde özellikle Türkiye’de birçok aktif grubun üzerinde çalıştığı bir konu olan nötron yıldızları ve pulsarlar için, yıldız evriminin son aşamasında yıldız patlamaları ile oluşma süreçleriyle ilişki olarak, müthiş yükseklikteki yoğunlukları, çoğunda rastlanan yüksek dönüş frekansları ve devasa manyetik alanları nedeniyle astrofizikte oldukça ‘uç’ örnekler diyebiliriz. Bu cisimleri gökyüzünde tespit edebilmenin başlıca yöntemlerinden biri bu kaynaklardan gelen periyodik ışınımlar. Aşağıdaki grafikte de gördüğünüz gibi nötron yıldızının dönüş ekseni ile çakışmayan manyetik ekseni ve bu eksenden yayınlanan ışınımın bizim bakış doğrultumuzdan kesişmesiyle ortaya çıkan periyodik ışınımlar bu tip sistemlerin karakteristik özellikleridir diyebiliriz. K. Yavuz Ekşi ve ekibinin yaptığı ve bugünkü konuşmanın ana-teması olan çalışmada da, Ekim ayından Nature’da yapılan bir yayın(ücretli) ile duyurulan ve NuSTAR uydusu ile tespit edilen bir ultra-parlak X-ışını kaynağı (ULX-ultra luminous X-ray source)’nın, yapılan analizlerle yakınındaki başka bir yıldızdan üzerine madde yığılan bir nötron yıldızı olduğu ve bu cismin manyetik alanının orjinal makaledeki değerden çok daha yüksek olduğu ortaya konuyor.
Yanındaki yıldızdan madde çalarak, etrafındaki diskten kendi üzerine madde yığılan kompakt bir obje ve yaydığı ışınımı gösteren bir çizim (Kaynak: NASA)
Biraz teknik konuşmak gerekirse; ULX kaynakları, yakınındaki bir başka yıldızdan üzerine madde yığılması gerçekleşen ve (isimlerindeki ‘ultra’ya atfen) böyle bir yığılma sürecinde ortaya çıkabilecek limit parlaklık olan Eddington parlaklığından daha fazla ışınım yapan kompakt cisimlerdir. Öncesinde bu cisimlerin, bu kadar yüksek ışınımları nedeniyle ancak birer orta-büyüklükte kütleye sahip (100-1000 Güneş kütlesi) karadelikler olduğu düşünülürken, sözü edilen cismin X-ışınlarında periyodik ışınımı ortaya çıkınca bu cismin artık bir karadelik olamayacağı, ancak bir nötron yıldızı olabileceği ortaya çıktı. Fakat gelişen yeni bu durumda da, yaklaşık 2 Güneş kütlesine sahip bir nötron yıldızından bu ölçüde ultra-parlak bir ışınımı elde etmek için de bir çözüm ortaya koymak gerekiyor. Ekşi ve ekibi, bunu nötron yıldızının etrafındaki yığılma diski ile oluşturduğu tork dengesi sonucu, parlaklığı hesaplarken devreye giren tesir kesiti adı verilen bir parametrenin kuantum elektro dinamiksel etkilerle azalması ve buna bağlı olarak da parlaklığın arttığını gösteriyorlar (daha basit anlatmam mümkün değil :/ ). Hesaplamalar sonucunda nötron yıldızının manyetik alanını, Nature’da yayınlanan makaledeki değerden bir mertebe daha fazla, ~10^13 Gauss(10 üzeri 13) olarak hesaplıyorlar [Karşılaştırma için: Dünya’nın yüzeyindei manyetik alanının şiddeti ~0.5 Gauss).
Gelelim bu çalışmanın anlam ve önemine; ekibin ortaya koyduğu çözüm ve hesapladıkları manyetik alan, araştırmaya konu olan cismin nötron yıldızı kimliğini perçinleyen hatta bunu daha da ileri götürüp, sahip olduğu bu yüksek manyetik alan nedeniyle bir başka nötron yıldızı sınıfı olan magnetarlarla ilişikilendirilmesini sağlamış oluyor. Bu sonuç da, nötron yıldızları içinde en sıradışı olan magnetarların benzer tip yüksek enerjili çiftlerden zamanla evrilebileceklerini iddia eden görüşlere bir katkı niteliği taşıyor. Ayrıca bu sonuçların, ULX kaynaklarının başta sanıldığı gibi sadece karadeliklerden oluşan homojen bir sınıf olmadığı, ışıma sürecinde çok farklı süreçlerin işlediği nötron yıldızlarının da oyuna dahil olduğunu ortaya koyan öncü çalışmalardan biri olduğu da söylenebilir.
Büyük bir kısmı yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden oluşan, İstanbul’daki çeşitli üniversitelerden astrofizikçilerin de katılımıyla gerçekleşen ilk ‘Kandilli Astrofizik Günleri’ konuşması fazlasıyla verimli ve keyifli geçti. Konuşma aynı zamanda canlı olarak Google Hangout ve Youtube’dan da yayınlandı ve kaydedilen konuşma Youtube kanalından izlenebilir. Bir sonraki konuşma 12 Ocak 2015 Pazartesi günü saat 15:30’da yine aynı yerde!
Yazıya ve seminere konu edilen makaleye erişmek için: http://arxiv.org/abs/1410.5205
yorum
11 Aralık 2014 Perşembe
Etiketler:akademik, astronomi, fizik, Genel Görelilik, Haber, kütle çekim dalgaları, yıldızlar
Güneş ve Jüpiter’i dedektör olarak kullanmak
Einstein genel görelilik teorisinde, evrendeki yıldız çarpışmaları, beyaz cüce, nötron yıldızı ya da karadelik oluşumu gibi güçlü kütle çekim etkileşmeleri sonucunda etrafa kütle çekim dalgaları yayıldığını ortaya koymuştu (Kütle çekim dalgalarına dair yazdığım eski bir açıklayıcı yazı için tıklayınız). Bu dalgaların büyüklüklerinin çok çok küçük olması nedeniyle günümüze kadar herhangi bir yolla tespit edilmeleri mümkün olmadı. LIGO ve VIRGO gibi interferometre yöntemi ile bu dalgaları arayan deneylerin yanında son zamanlarda yıldızları ve yapılarındaki titreşimlerinin de bu amaçla kullanılabileceği tartışılmaya başlandı. Boğaziçi Üniversitesi'nden İbrahim Semiz ve Kazım Çamlıbel, arXiv'e ekledikleri son makalelerinde ise bir adım ileri giderek Güneş ve Jüpiter'i parçacık fiziği dedektörlerindeki 'coincidence dedector'(rastlaşma dedektörü) olarak bir arada kullanıp kütleçekim dalgalarının tespit edilebileceğini savunuyorlar.
Araştırmacılar, Güneş Sistemi'nin bu iki üyesinin yapılarındaki sismik aktivitelerle ortaya çıkan titreşim modlarındaki gözlenebilecek eş zamanlı-ilişkili(correlated) bir sinyalin kütle çekim dalgalarını ortaya çıkarmaya yarayabileceğini savunuyorlar. Makalenin sonunda, yakın zamanda böyle bir olası sinyal aldıklarını belirten SYMPA deneyini işaret ederek, belki de bunun çoktan elde edildiğini iddia ediyorlar.
Semiz ve Çamlıbel'in makaleleri üzerine New Scientist'te yayınlanan kısa bir yorum yazısına şu bağlantıdan erişebilirsiniz: The sun and Jupiter could reveal space-time ripples
Orijinal makalenin bağlantısı: http://arxiv.org/pdf/1412.0992v1.pdf
Güneş ve yıldız sismolojisi ve kütle çekim dalgalarının bu yolla tespiti üzerine yakın zamanda yayınlanmış güzel bir review için: http://arxiv.org/pdf/1405.0292v2.pdf
Dünya Okyanuslarından Çok Farklı!
Rosetta uydusu, yörüngesinde bulunduğu 67P/Churyumov–Gerasimenko kuyruklu yıldızındaki su buharı üzerinde yaptığı analizlerde, kuyruklu yıldızların yapısındaki suyun Dünya okyanuslarındaki sudan epey farklı olduğunu ortaya koydu.
Rosetta uydusunun kuyruklu yıldız üzerinde yaptığı ilk detaylı su ölçümlerinin sonuçları. Grafiğin büyük hali ve açıklaması bir alttaki görselde. (Kaynak: ESA)
Uzun zamandır astronomlar, Dünya'nın oluşumu sırasında yüksek sıcaklık nedeniyle yeteri kadar suyu tutamayacağını, günümüzde etrafımızda gördüğümüz su kütlesinin çeşitli asteroit ve kuyruklu yıldız çarpışmaları ile Dünyaya ulaştığını düşünüyorlar. Bu hipotezi kanıtlayacak en iyi yol ise sözü geçen asteroit ve kuyruklu yıldızların yapısındaki su ile Dünya üzerindekini karşılaştırmak. Rosetta'nın da yaptığı tam olarak bu! Görev ekibinin yaptığı son analizler sonucunda, kuyruklu yıldızlardaki su moleküllerindeki döteryum/hidrojen oranlarını (D/H ratio) karşılaştırıldığında, Dünya'da gözlenenden çok daha yüksek bir oranla karşılaşıldığı belirtiliyor. [Döteryum, bir tane fazla nötron taşıyayan hidrojen atomudur.]Bu bulgu ise, kuyruklu yıldızlar arasında yapılan bir sınıflandırmaya göre Jüpiter-ailesi kuyruklu yıldızlar sınıfına ait olan 67P/Churyumov–Gerasimenko'den beklenmeyen bir sonuç!
Güneş Sistemi’nin çeşitli üyelerindeki suyun döteryum/hidrojen(D/H) oranını gösteren yukarıdaki grafikte gezegenler ve uydular mavi, Asteroit kuşağı asteroitleri gri, Oort Kuşağı kaynaklı kuyruklu yıldızlar mor ve Jüpiter-ailesi kuyruklu yıldızlar ise soluk pembe ile işaretlenmiş. Rosetta’nın incelediği 67/P ise sağ üstte sarı ile gösterilmiş. Dünya(Earth) üzerinden çizilen çizgi üzerindeki Jüpiter-ailesi kuyruklu yıldızlarından hayli farklı bir orana sahip olan 67/P astronomları hayli şaşırtmış durumda. Yüksek çözünürlüklü hali için tıklayınız. (Kaynak: ESA)
Bunun öncesinde, aynı sınıftan bir başka kuyruklu yıldız olan 103P/Hartley 2 üzerinde yapılan ölçümler, Dünya'daki oranlara çok yakın oranlar vermiş ve bu kuyruklu yıldız ailesinin, dünyamızdaki okyanusların kaynağı olduğu fikrini desteklemişti. Yeni bulgular, olayın tahmin edilenden çok daha karmaşık olduğunun sinyalini veriyor.
Rosetta üzerindeki NavCam kamerası ile kuyruklu yıldızın merkezinden 30.8 km yüksekten çekilen görüntü (20 Kasım 2014) (Kaynak: ESA)
Her halükarda, yapılan bu devrimsel ölçümle kuyruklu yıldızlar, Güneş Sistemi'nin oluşum ve ilk zamanlarına dair bildiklerimiz konusunda büyük bir adım daha atılmış bulunuyor. Sonuçlar bu hafta Science dergisinde yayınlanıyor olacak.
Detaylı rapor için: ESA Rosetta
yorum
20 Kasım 2014 Perşembe
Etiketler:dünya ışık yılı, göktaşı yağmuru, ışık, ışık kirliliği, Samanyolu
Işık Kirliliği ve Karanlık Şehirler
Geçtiğimiz günlerde Aslan(Leonid) Göktaşı Yağmuru vardı, fark ettiniz mi? Bahse girerim çoğu kişinin haberi bile olmadı.. Oysaki Leonidler gökyüzünün en etkili göktaşı yağmurlarından biri ve maksimuma ulaştığı günlerde saatte 20-30 tane parlak göktaşı görmek olası! Böylesi bir gök olayını artık istesek de gözleyemiyoruz çünkü şehirlerimizdeki bilinçsiz aydınlatmalarla oluşan ışık kirliliği gece gökyüzünü görmemizi neredeyse tamamen engelliyor!
Tarihte ilk defa tüm dünya nüfusunun yarısı, muhtemelen gökyüzünde bir uçtan diğer uca uzanan galaksimiz Samanyolu'nu hiç göremeyecek; gökyüzünde çıplak gözle görünen beş bine yakın yıldızın oluşturduğu görkemli görüntüye şahit olamayacak.. Daha dramatik bir şekilde ifade etmek gerekirse, şehirlerimizi bu şekilde aydınlatmaya devam ettikçe evrenle bağımız yavaş yavaş kopacak..
Aşağıda fotoğraf sanatçısı Thierry Cohen'in şehirlerdeki ışık kirliliği ve gökyüzüne dikkat çekmek için hazırladığı etkileyici bir çalışmadan alınmış fotoğraflar bulunuyor. Cohen, dünyanın önde gelen şehirlerinde(San Francisco, Paris, Rio vs vs..) gece ışık olmadığında görülebilecek karanlık gökyüzünü ortaya çıkarmış. Öncelikle şehrin gündüz, etrafta yapay ışık olmadan aldığı görüntülerini, sonra o şehirle aynı enlemde karanlık bir yerden aynı açıyla aldığı gökyüzü fotoğrafıyla birleştirerek bu muhteşem kareleri oluşturmuş. Resimlerdeki gökyüzü görüntüleri o şehre ait kısacası, basit bir photoshop hilesi değil!
Fotoğraflar gökyüzüne başımızı kaldırıp da baktığımızda neler kaçırdığımızı belgeler nitelikte. 2015 Dünya Işık Yılı ilan edildi ve bu yıl özelinde planlanan birçok temel proje konularından biri de 'Işık Kirliliği'.. Tüm dünyada bu konuda birçok etkinlikler ve projeler planlanıyor; biz de bunlara katkı sağlamak adına birkaç sivil inisiyatif olarak etkinlikler yapacağız; detaylar yakında..
Thierry Cohen'in çalışmasının tamamına erişmek için: http://thierrycohen.com/pages/work/starlights.html
2015 Dünya Işık Yılı(DIY) Hakkında detaylı bilgi almak için: http://www.light2015.org/Home.html
Işık Kirliliği konusunda 2015 DIY köşetaşı projeleri için: http://www.light2015.org/Home/CosmicLight/Dark-Skies-Awareness.html</DIV>
yorum
11 Ağustos 2014 Pazartesi
Etiketler:Amatör Astronomi, astronomi, göktaşı yağmuru, Güncel Astronomi, Güncel Bilim, Güneş Sistemi, kuyruklu yıldız
Kahraman(Perseid) Göktaşı Yağmuru-12 Ağustos
Kuyruklu yıldızlar yörüngelerinde hareket ederken, özellikle Güneş’e yaklaştıklarında çekirdek kısımları aktif hale gelir; çoğu zaman arkalarında gaz ve tozdan meydana gelen bir kuyruk oluşturur ve yol boyunca birçok kalıntı bırakırlar. Gezegenimiz de bu kalıntıların arasından geçtiğinde göktaşı yağmurları adı verilen etkileyici gök olayları meydana gelir. Bunun öncesinde en son 1990’larda geri dönen Swift-Tuttle kuyruklu yıldızının kalıntıları arasından Dünya her yıl Temmuz-Ağustos aylarında geçiyor ve bu kalıntılar gökyüzünde Kahraman(Perseus) takımyıldızı yönünde olduğundan dolayı sanki göktaşları o takımyıldızının içinden fırlayıp geliyormuş gibi görünür ve Kahraman Göktaşı Yağmuru(Perseidler) olarak isimlendirilir. En etkili olduğu 8-14 Ağustos tarihleri arasında göktaşı etkinliğinin maksimuma ulaştığı 12 Ağustos Salı akşamı Kahraman Göktaşı Yağmuru saatte 50-60 göktaşına kadar ulaşabilir. Fakat bu yıl, göktaşı yağmurunun en yüksek seviyeye ulaştığı gecede Dolunay evresinden daha yeni çıkan Ay, gece boyunca gözlemcilere eşlik ediyor olacak ve bu da gözlenebilecek göktaşı sayısıcı ciddi anlamda düşürecek. Bu nedenle karanlık bir yerde gece boyunca saatte ortalama ancak 20-30 göktaşı gözlenebileceği öngörülüyor. Göktaşı sayısı az olsa da özellikle arada geçen ‘ateş topları’ Ay’a rağmen etkileyici görüntüler oluşturacaktır.
Kalıntıları oluşturan akıntının Güneş’in etrafındaki ters yöndeki hareketi sebebiyle Kahraman Göktaşları oldukça hızlıdırlar (yaklaşık 66 km/s ) ve atmosferle etkileştiklerinde arkalarında çok parlak ve kalıcı izler bırakabilirler.
Göktaşı yağmurları sırasında, gökyüzündeki en parlak yıldızdan dahi daha fazla parlak görünen bir göktaşı, çoğu zaman avucunuzun içine aldığınızda zorlukla görebileceğiniz büyüklükte bir toz parçasından ibarettir. Birkaç milimetre büyüklüğündeki bu toz parçaları atmosfere yüksek hızla girdiklerinde maruz kaldıkları sürtünme nedeniyle kısa sürede sıcaklıkları 2000 santigrad derece üzerine çıkar ve yavaş yavaş parçalanıp etraftaki hava molekülleri ile çarpışmaya başlarlar; bu çarpışmalar sonucunda arkalarında birçok elektron ve iyon bırakırlar. Yüksek sıcaklıkları ve etraflarındaki uyarılmış hava moleküllerinin kararlı hale geçmesi nedeniyle de gökyüzünde parlak izler olarak gördüğümüz ışımayı yaparlar.
Kahraman Göktaşı Yağmurunu en aktif olduğu dönemde(8-14 Ağustos) gözlemek için gece 22:00’den sonra kuzey doğu yönüne baktığınızda göreceğiniz “W harfi” şeklindeki Kraliçe takımyıldızının hemen altında Kahraman takımyıldızını bulabilirsiniz.
GÖKTAŞI YAĞMURUNU GÖZLEMEK
- Göktaşı yağmurlarını gözlemenin en önemli şartlarından biri oldukça karanlık, ışık kirliliğinden uzak bir bölgede gözlem yapmaktır. Göktaşı yağmurunun en aktif olduğu günlerde dahi şehirden yapılan gözlemlerde çok düşük bir ihtimalle de olsa ancak çok parlak olan göktaşları gözlenebilir. Şehir dışında, karanlık bir bölgede gözleriniz karanlığa uyum sağladığında en sönüğünden ateştopu olarak adlandırılan en parlaklarına kadar saatte onlarca göktaşı gözleyebilirsiniz. Gözlemler sırasında gözünüzün karanlığa uyumunu bozmamak için mümkün olduğunca az parlak ve kırmızı renk ışık kullanmaya çalışın(fenerlerin ucuna kırmızı selefon kağıt bağlamak iyi bir çözüm olabilir)
- Göktaşı yağmurlarını oluşturan göktaşları, gökyüzünün belli bir takımyıldızı bölgesinden, saçılım bölgesi adı verilen bir alandan yayılıp genellikle kısa zamanda uzun yollar izlediği için gözlem için en ideal yöntem çıplak gözle gözlem yapmaktır. Geçiş süreleri birkaç saniye mertebesinde olduğu için göktaşlarını teleskop veya dürbüle yakalamak oldukça güç olacaktır.
- Göktaşı yağmurunun saçılım bölgesi olan Kahraman takımyıldızını tespit etmek için gök atlasından(örneğin ücretsiz Sky Maps) ve ücretsiz Stellarium programından (www.stellarium.org ) yararlanabilirsiniz. Göktaşı yağmurlarının aktif olduğu dönemlerde gözlem yapıldığında gece boyunca, bir saatte gözlenebilecek göktaşı sayısı maksimuma ulaştığı güne kadar gittikçe artacak ve Kahraman Göktaşı Yağmuru için 12 Ağustos tarihinde(Salı akşamı) maksimuma ulaşacaktır. Bu tarih, bu yıl Dolunay’dan iki gün sonrasına denk geldiğinden en iyi ihtimalle saatte ancak ortalama 20-30 göktaşı gözlenebileceği belirtiliyor..
- Göktaşı yağmuru gözlemini bireysel yapabileceğiniz gibi yakınlarınız ve etrafınızdaki insanlara yönelik ufak-çaplı bir etkinlik haline de getirebilirsiniz. Gece gözlem öncesinde, Kahraman Göktaşı Yağmuru ve kuyruklu yıldızlar hakkında( ya da ilgi çekebilecek herhangi bir astronomi konusunda) bir sunum da yapılabilir.
- Gözlem sırasında uzun süre gökyüzünü takip edeceğinizden üzerinde oturabileğiniz rahat bir sandalye yada mat kullanılması, gece boyunca nispeten hareketsiz kalacağınız için de sıcak tutacak giysiler giymeye dikkat edilmesi gerekiyor.
- Gözlem süresince belirli aralıklarla geçen göktaşları sayabilir ve bunların hangilerinin göktaşı yağmuru ile ilşkili hangilerinin başka yönlerden gelen farklılar olduğunu not edebilirsiniz. Bunun için yanınıza kalem kağıt almayı unutmayın. Bu bilgileri daha sonrasında Uluslararası Göktaşı Organizasyonu ile de paylaşabilirsiniz. (İnternet sitelerinden-nhttp://www.imo.net/visual/major - gözlem raporlarının formatı hakkında detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz)
yorum
6 Ağustos 2014 Çarşamba
Etiketler:akademik, astrofizik, cospar, Gezegenler, Kişisel, kuyruklu yıldız, Rosetta
COSPAR Konferansından İzlenimler - II
Toplantıyı yarılarken ve benim de ayrılmama bir gün kala, geçen dört gün boyunca COSPAR’da edindiğim izlenimleri paylaşmaya devam ediyorum.
Dört gün boyunca katıldığım seminerler, disiplinler-arası konuşmalar, açılış seremonisi ve bir ‘iş toplantısı’ndan gözlediğim kadarıyla COSPAR organizasyonu standart bir akademik toplantının çok çok ötesinde, uzay bilim ve teknolojilerinin paylaşımının yapıldığı, bu konudaki araştırmaların gündeminin belirlendiği ve alandaki profesyonelleri çeşitli paneller ve toplantılarla bir araya getirerek birliktelik ve ortaklıklarının artmasını sağlayan, zamanında Rusya’nın öncülük ettiği ve günümüzde NASA, ESA ve JAXA’nın götürdüğü ‘Uzay Çağı’ vizyonunu şekillendiren bir organizasyon. COSPAR’ın açılımı ise: 'Committee on Space Research’. Bunun ışığında toplantıda bu konsepte uyan uzay araştırmalarından bilimsel gözlemlere, uzay ortamına insanların ve hayvanların uyumundan, Güneş Sistemi keşiflerine kadar her türlü konu konuşuluyor. Bu vizyonu, geçen günler boyunca programa eklenen ekstra etkinlikler ve organizasyonların içeriğinden de görmek kolaylıkla mümkün.
Programın açılış günü, üniversitenin dev seramoni salonunda toplanan katılımcıları Rus Bilimler Akademisi başkanı karşılayıp ardından Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki kozmonotlardan COSPAR için gönderilen mesajın dinletilmesi en etkileyici şeydi belki de.. Olayın boyutunu ve kapsamını çok güzel şekilde ifade ediyor bu sembolik olay.. Ardından uzay araştırmalarına katkı koymuş önde gelen bilim insanlarına ödüller verilerek bunun kırk yıldır süren bir geleneğin devamı olduğu ortaya kondu.
Toplantıdaki konuşmalara gelirsek; gün içerisinde katıldığım yüksek enerji astrofiziği konuşmalarının yanında, bir önceki yazımda da bahsettiğim üzere fırsat buldukça farklı alanlarda, özellikle gezegen araştırmaları konusunda, konuşmalara girip dinlemeye çalışıyorum. Özellikle bu yazıda gezegen araştırmaları konuşmalarında gözüme çarpan birkaç şeyi paylaşacağım. Bunlardan biri olan, Cassini uydusunun on yıllık programını özetleyen ve NASA’dan görevin sorumlulularından birinin verdiği konuşma gerçekten ufuk açıcıydı.. Görevin gönderilişinden on yıl boyunca elde ettiği müthiş sonuçlara kadar tüm gelişmeleri ele alan konuşmanın son kısmında görevin geleceği ve bundan sonraki bilimsel hedeflere de değinildi. Uydunun, uzatılmış görev ile iki yıl boyunca Satürn’ün kutup bölgelerini ve uydusu Titan’ı detaylı bir şekilde inceleyip görev sonunda Satürn’ün atmosferine kamikaze dalış yapacağını öğrendik (Cassinin 10. yılı anısına hazırlanan ‘En iyi 10 fotoğraf’ seçkisi için tıklayınız).
Cassini uydusunun son görevi için JPL tarafından hazırlanmış muhteşem video!
İkinci bir konuşma ise Avrupa Uzay Ajansı ESA’nın 2022’deki JUICE(Jupiter Icy Moon Explorer) adındaki, Jüpiter’i ve özellikle buz uyduları Europa ve Ganymede’i inceleyecek uydu görevinden bahseden konuşma.. Alman konuşmacı, görevin mühendislik tasarımından sorumlu kişi ve görevin teknik tasarımından bilimsel hedeflerine kadar çok detaylı, muhteşem bir konuşma verdi. Konuşmada Jupiter’in dört uydusundan en büyüğü(hatta Güneş Sistemindeki en büyük uydu da diyebiliriz) Ganymede’nin yüzeyinin altında da sudan oluşan bir okyanus olduğu fikrini ilk defa duyma fırsatım oldu.. Görev, özellikle buz uydulara yönelmiş durumda çünkü bu uyduların yüzeyinin altında olduğu düşünülen okyanuslar, Dünya dışında organik yaşamın olabileceği en yüksek ihtimalli bölgeler olarak görülüyor. JUICE’nin 2028’de Jupiter’e ulaşıp göreve başlaması planlanıyor.
Jupiter ve Europa’yı hedefleyen JUICE görevinin temsili gösterimi (Telif Hakkı: ESA/AOES)
Üçüncü konuşma ise gene Jupiter’e 2021’de gönderilmesi planlanan Europa Clipper görevi. Daha bütçesi onaylanmamış bir proje olsa da bilimsel hedefle ve teknik tasarımıyla epey iddialı bir proje Europa Clipper projesi. Sunuşu NASA JPL’de görevden sorumlu bir kişi verdi. JUICE görevi ile hem zaman olarak hem de bilimsel hedefler anlamında oldukça çakışan bu görev Europa yüzeyine çok çok yakın geçişlerle hem yüzey hem de yüzey altı okyanusları inceleyecek. Görev onaylanırsa, 2027’de Jupiter yörüngesinde olacak.
Son olarak bugün kuyruklu yıldız(KY) 67P/Churyumov–Gerasimenko'nun yörüngesine oturan Rosetta uydusunun, yörüngeye oturtuluşu toplantının öğlen arasında büyük bir oditoryumda ESA’nin görev yönetim merkezinden canlı olarak yayınlandı ve bizler de katılımcılar olarak izleme fırsatı yakaladık. Son dönemlerin en çığır açıcı görevlerinden biri olan Rosetta, geçtiğimiz aylarda uzun uykusundan uyandırılmış ve kuyruklu yıldıza gittikçe yakınlaşmaya başlamıştı. Bugün itibariyle yörüngeye oturan Rosetta artık KY’nin etrafında dolanıp detaylı görüntüler elde edecek ve Kasım itibariyle de KY’nin yüzeyine bir sonda indirecek ki bu asrın olayı olabilir! Konuyla ilgili geçmişte bir yazı yazmıştım[Rosetta-Bir Kuyrukluyıldızın Yüzeyine İnmek], incelemek isteyenler oradan da bilgi alabilir.
Rosetta uydusunun bu hafta çekilen görüntüsü ilginç bir şekilde KY’nın iki parçalı yapısını gösteriyor (Telif Hakkı: ESA)
Rosetta’nın bugün gönderdiği yakın görüntü, şu ana kadar bir kuyruklu yıldız yüzeyine dair alınan en detaylı görüntü özellipği taşıyor.. Kasım ayında yüzeyden de görüntüler gelecek! (Telif Hakkı: ESA)
Özellikle bu konuşmaları seçerek uzun uzun anlatmamın sebebi bir taraftan COSPAR’ın vizyonu ışığında bu çalışmaların yarattığı heyecan ve bu tip uzun soluklu bilimsel projelerin altında yatan devasa emek, bilgi ve bütçeye dikkat çekmek.. Heyecan kısmında, katıldığım tüm gezegen bilim sunumlarında gözlediğim, konuyla ilgili çalışan bilim insanlarına tıpkı 1600’lerde coğrafi keşiflerde hakim olan ‘keşfetme hazzının’ hakim olduğunu ve bu heyecanlarını saklayamadıklarını itiraf edebilirim. Bu samimi his, günümüz standart bilim yapma anlayışından epey farklı görünüyor bana ve bunu kenara not ediyorum.. İkincisi, yirmi-otuz senelerden, milyarlarca dolardan bahsedilen bu devasa projelerin altındaki alt yapı ve bilgi-deneyime hayran kalmaktan başka bir şey yapamıyorum.. Düşünün 1990’larda konuşulmaya başlanan Rosetta görevi, tasarlanıp 2004’te fırlatılıyor ve 2014’de hedefine varıyor.. Nasıl bir planlama, disiplin ve stabil fon desteği var arkasında hayal edin.. Üzerine çok düşünülesi ve kendi adımıza pay çıkarılması gereken konular ama kendi adımıza zerre umutlu olduğumu söyleyemem buradaki sistematiği az-çok kestirdikten sonra..
yorum
3 Ağustos 2014 Pazar
Etiketler:akademik, aktif galaktik çekirdekler, astrofizik, Kişisel, konferans
COSPAR Konferansından İzlenimler - I
Yaklaşık bir yıldır danışmanımla birlikte üzerinde çalıştığım konuyu Rusya’da düzenlenen COSPAR konferansında sunmak üzere Moskova’dayım.. Bine yakın araştırmacının bir araya geldiği devasa bir toplantı COSPAR ve Moskova Romonosof Devlet Üniversitesi’nde düzenleniyor.. Bugün itibariyle başlayan toplantı sabahtan akşama kadar dolu dolu programıyla epey yorucu fakat bir o kadar da ufuk açıcı.. Birkaç gözlemimi ve toplantı hakkında izlenimimi paylaşmak üzere birkaç şey karalamak istedim..
COSPAR, iki yılda bir düzenlenen ve içerdiği konular anlamında ‘uzay bilimlerinin’ hemen hemen her alanını kapsayan bir toplantı.. Programda, uzay teknolojilerinden Dünya yörüngesinden yapılan atmosfer-iklim araştırmalarına, Güneş Sistemi araştırmalarından uydularla yapılan astrofizik çalışmalarına kadar onlarca alt başlık ve her biri altında yüzlerce sunuş ve poster sunumu bulunuyor.. Gün içerisinde paralel olarak en az 50 tane sunum devam ediyor ve hangisine katılacağınızı internet üzerinden hazırladıkları bir arayüz üzerinden kendi ilgi alanınıza göre hazırladığınız programa göre belirliyorsunuz.. Sabahları, özel bir davetli tarafından herkese hitap eden bir konuşmayla açılan gün, aralarda kahve aralarıyla bölünen ard arda 20-25 dakikalık sunuşlardan oluşuyor.. Sözlü sunumların yanında yüzlerce de poster sunumu var.. Ben de kendi çalışmamı poster olarak sunuyor olacağım..
Konferansın yapıldığı Moskova Lomonosov Devlet Üniversitesi
Sabahki program, ünlü Chelyabinsk meteoru hakkında genel bir açılış konuşmasıyla başladı. Herkes bir taraftan kayıtla uğraştığından seminer çok kalabalık olmasa da, hayli ilginç bir konuşmaydı.. Son yüzyılın en etkili meteor olayı olarak belirtilen bu olayın üzerine Ruslar tarafından yapılan araştırmaları etraflıca özetleyen bir sunum dinledik.. Ardından, hazır buralara kadar gelmişken, programda ye alan ‘Astronomi Eğitimi’ atölye çalışmasına da katılayım istedim ve geçmişteki konferanslarda tanıştığım Portekiz’den Rosa Doran ve senelerdir AstronomyCast podcastini dinlediğim Pamela Gay’in yürüttüğü iki saatlik ‘Galileo Teacher Training’ oturumunu dinledim.. Sunumda Galileo Öğretmenleri programının bu yılın sonu itibariyle ‘Galileo Öğrencileri’ adındaki yeni programlarını ve ‘Cosmoquest’ adlı projeyi öğrendim.. İlerleyen zamanlarda bu konularda birşeyler paylaşarım muhtemelen buradan..
Öğlen arasından sonra biraz ‘akademik’ takılıp Galaksi Merkezi’nin X-Işını gözlemleri oturumuna katıldım ve Samanyolu galaksimiz merkezindeki dev-kütleli karadeliğin son zamanlardaki aktivitelerinin X-ışınlarında gözlemi ve bu gözlemlerden karadeliğin geçmişteki aktiflik durumu üzerine epey ilginç konuşmalar dinledim.. Ardından ‘Nötron Yıldızları ve Yığılma Diskleri’ oturumuna katıldım fakat tüm konuşmalar bu konuya karşı ön-yargımı daha da perçinlememe yetti arttı diyebilirim; bu konuyla uğraşan herkes dönüp dolaşıp aynı sıkıcı problemler üzerine çalışıyorlarmış gibi geliyor nedense; kötü bir seçimdi, ikinci sunumda aradan sıvıştım.. Oradan gezegen bilim üzerine olan bir oturuma geçip ESA’nın yeni Mars görevi ExoMars hakkında, görevin detayları ve amaçları üzerine kısa bir sunuş izledim.. Günün kapanışını ise Caltech’ten efsanevi Voyager görevlerinin tasarımının büyük rol oynamış isim Edward C. Stone’un Voyager görevleri üzerine ‘The Voyager – Journey to Interstellar Space’ sunumu ile yaptık.. Voyager’ların fırlatılışından, geçen sene itibariyle Güneş Sistemi’nin etki alanından resmi olarak çıkışına kadar geçen süreci harika bir dille anlattı..
Kızıl Meydan’da Saint Basil Katedrali
Bunca değişik konuda kendi alanım olmasa bile gidip sunuş dinlememin iki sebebi var aslında; birincisi merak ediyor olmam.. Her ne kadar sunuşlar çok teknik olsa da sağdan soldan okuduklarımla nelerden bahsettikleri konusunda az biraz fikrim oluyor, ayrıca özellikle gezegen bilim konusunda bunca konuşmayı bulmuşum kaçırır mıyım? İkincisi ise, benim çalıştığım konu olan Aktif Galaksi Çekirdekleri üzerine olan oturumlar perşembe başlıyor, dolayısıyla perşembeye kadar ‘özgür’ takılmaya devam edebilirim..
İlk gün için genel izlenimime gelirsek; böylesi büyük bir konferansa bir fizikçi adayı olarak ilk kez katılıyorum; bunun öncesinde hep ‘okul’ şeklinde derslerden oluşan programlara katılmıştım fakat bu olay hem ölçek hem de programın yoğunluğu açısından ilk günden epey yoran, çok farklı bir deneyim olduğu kesin.. Program arkası arkaya sunuşlarla çok dolu ve birbirini izleyen oturumların çok da verimli olduğu söylenemez.. Konuyla ilgili bilim insanlarının yılda bir bir araya gelip hızlıca neler yaptıklarını birbirine anlatmaları konseptine alışabildiğimi söyleyemem.. Garip bir şekilde bütün yapılanlara yabancılaştırıyor insanı.. Sen kendi ‘dünyanda’, kendi probleminle boğuşurken, birden böylesine büyük bir komünitenin içinde, odanın içindeki herkesin senin gibi sabah akşam bu gibi problemlere kafa yorduğunu ve üstelik bu insanlardan epey fazla olduğunu bilmek garip bir güvensizlik hissi yaratabiliyor.. Muhtemelen daha yolun başında olmam ile ilgili bu durum, zamanla aşılacağı kesin.. Bilimde çalışılan alanların inanılmaz derecede özelleştiğini ve herhangi bir konuda yapılan araştırmaların çığ gibi büyüdüğünü birinci elden deneyimliyorsun, hatta buna sen de mütevazi bir katkı yapıyorsun; işte bu da en ilginç olan kısmı bana kalırsa.. Üzerine epey de düşünülesi..
Uzun bir hafta bizi bekliyor.. Fırsat buldukça Moskova’nın müthiş Sovyet mimarisiyle bezenmiş sokak ve meydanlarında turlayıp fotoğraflar çekmeyi planlıyorum.. Toplantı sonuna doğru da bir yazı daha göndermiş olurum muhtemelen..
Dil Öğrenmek Üzerine: Fransızca ve Almanca
Öncelikle dil öğrenme kararı almanın çok kolay fakat bu kararı istikrarlı bir şekilde uygulamanın o kadar kolay olmadığını belirtmek gerek.. Dil öğrenmek konusunda benim temel handikaplarım, dil öğrenme sürecini bir şekilde günlük rutin içinde bir alışkanlık haline getirmek ve o dili öğrenmek için seni sürekli motive edecek kendine iyi bir ‘neden’ bulmak.. Giriş anlamında bu söylediklerimi de destekleyen fakat bunun ötesinde birçok yönden yol gösteren şu yazıya göz atmanı tavsiye ederim: How to learn a language in 90 days? Zenhabits, genel anlamda ‘alışkanlıklar’ üzerine çok güzel ve sade tavsiyelerin olduğu, yazarının sinir bozucu ‘kişisel gelişim uzmanları’ gibi değil de senin benim gibi çoğu yerde kendisinin de tökezleyip, kimi zaman başarısızlıklara uğradığını kabul ettiği bir blog.. Dil öğrenme sürecinizi doksan güne sığdırmak gibi bir kaygınız ya da hırsınız olmasa da yazıdaki tavsiyelerden epey faydalanabilirsiniz.
Bu noktadan itibaren Fransızca ve Almanca için iki ayrı başlıkta önerdiğim kaynakları ve ilgili yorumlarımı bulacaksınız.
FRANSIZCA
Dil öğrenmenin en etkili yöntemlerinden biri ufak dersler ve programlar şeklinde internette ücretsiz yayınlanan ‘sesli yayınları’ takip etmek. İntenette ‘podcast’ olarak indirip mp3 oynatıcınıza atarak, özellikle İstanbul’da olduğu gibi trafikte kendi kendinize söylenmek yerine iki durak arasında sıfırdan bir dile başlayabilir ya da öğrendiğiniz dili geliştirebilirsiniz. Bu sesli yayınlarla birlikte ineternette yayınlanan yazıları, kelimeleri ve alıştırmaları da kullanabilirsiniz. Bu yayınlardan benim kullandıklarım:
- Coffee Break French : Bu yayın, 15 dakikalık parçalar halinde 'kahve arasında' dinlemelik.. Programın ilk bölümlerinden sonuna kadar(halen yeni bölümler yayınlanıyor) en baştan başlayıp oldukça ileri seviyeye kadar getiriyorlar. Programda, İngilizce anlatım ile Fransızca öğretiliyor ve oldukça eğlenceli bir program.. Tüm bölümleri itunes'da var, direkt indirebilirsiniz. (En altta Lesson 01 ile başlayıp devam eden..) İnternet sitesinden doğrudan indirme de olması gerek; hangisi uyarsa..
- Başlangıç seviyesinin biraz üstü (pre-intermediate/intermediate) bir program da 'Learn French by Podcast'.. Bu da yaklaşık 10 dakikalık programlarla, diyaloglar ve açıklamalarıyla öğretiyor.. Epey öğretici.. itunes linki şurada..
- Bir öncekine benzer, seviyesi epey iyi bir program da her gün yayınlanan 'Daily French Pod'.. Kısa kısa diyalog ve örnek cümleler üzerinden oldukça anlaşılır bir program.. Bütün programların arşivi şu bağlantıda. (Buna da itunes'dan abone olabilirsiniz)
- Haber programı olarak RFI(Radio France International)'in hafta içi her akşam yayınlanan, nispeten yavaş bir Fransızca ile konuşulan "Journal en France Facile" yayınını ile günlük haberleri dinleyebilirsiniz. Doğrudan siteden dinleyebilir, yada Itunes'dan abone olarak son bölümü ipod/iphone’a indirebilirsiniz. Sitede aynı zamanda haberlerin yazılı halini de yayınlıyorlar.. Haftada bir de "La Fait du Jour" diye bir haber ve ilgili birçok egzersiz yayınlanıyor.
- Benim en sevdiğim yayınlardan biri de haftalık tüm dünyadan haberleri yavaş bir Fransızca ile anlatıldığı 'News in Slow French'.. Ücretli bir yayın bu ama altı aylık ücreti 20-30 dolar civarında bir şey sanırım, tavsiye ederim.. RFI'deki yayından biraz daha yavaş, dinleme alıştırmaları yapmak için bence bire bir.
- Bu 'sesli yayınların' yanında benim başından beri başucu kaynağı olarak kullandığım bir de internet sitesi var: Le Point Du FLE. Burası tam bir 'materyal cenneti'.. Her seviye için, internetteki tüm multimedia eğitim materyallerini toplamış adamlar.. Ne ararsanız var burda; gerek gramer açıklamaları, kelime alıştırmaları, fiil çekimleri, videolar vs vs..
- Ayrıca kendiniz çalışmak için ideal programlardan biri de Rosetta Stone.. Çoğu kişinin bu programı eleştirdiğini duyuyorum ama bana kalırsa dil öğrenmenin tam anlamıyla bir ‘örüntü tanıma’ mantığını mühiş bir görsellik ve ses ile sunan süper başarılı bir program Rosetta Stone (Programın arayüzünü tanıtan şu Youtube videosu fikir verebilir).. Programın orijinali epey pahalı; bir yolunu bulup kullanmak için internette onlarca yazı var, burada doğrudan paylaşmayacağım..
- Son olarak bir de Duolingo adında bir program var ki, belki de internet üzerinde geliştirilmişen iyi fikirlerden biri olduğunu söyleyebilirim.. Bildiğiniz bir dil üzerinden başka bir yabancı dili öğreniyorsunuz, bunu öğrenirken bir taraftan da gönüllü olarak öğrendiğiniz dilin Wikipedia sayfasını kendi dilinizi çeviriyorsunuz. Yöntem hakkında bilgi almak için, Duolingo’nun yaratıcısının şu müthiş TED konuşumasını izlemenizi tavsiye ederim. Duolingo’yu ister internet üzerinden istersenin telefonunuza kurabileceğinin program üzerinden kullanabilirsiniz.
- Kelime çalışmak için ise standart ‘flashcard’ yönteminin dijital versiyonu olan ve öğrenme piskolojisi ve beyin-bilim araştırmaları baz alınarak oluşturulmuş müthiş bir program: Anki. Programın altında yatan temel fikir için öncelikle şu yazıyı okumanı tavsiye ederim: Want to Remember Everythin You’ll Ever Learn? . Bütün hikaye o yazıdaki anlatılan aralıklı öğrenme üstüne kurulu çünkü. Aslında supermemo diye bir ücretli yazılım varmış, Anki onun ücretsiz versiyonu: http://ankisrs.net/ Youtube'da güzel anlatıcılar var hızlıca işe başlamak için: https://www.youtube.com/watch?v=uD9tj_jSBTc AnkiDroid programı android işletim sistemi için ücretsiz indirilebiliyor.
Her ne kadar “Hayat Almanca öğrenmek için çok kısa..” deseler de, eğer böylesine zorlu bir dili kendinize hedef olarak seçtiyseniz çalışma yoğunluğu ve öğrenilmesi gerekenler de bir o kadar fazla bana kalırsa.. Çünkü dilin gramer yapısı İngilizce ve Fransızca’da karşılaşılan standart “özne-yüklem-obje”nin çok çok daha ötesinde ve özellikle kelimeler İngilizce ve özellikle Fransızca’da olduğu gibi alışıldık Latince köklerden çok daha farklı ve çoğu zaman yakından uzaktan aşina olunmayan yapıdalar.. Bunu en güzel ifade eden aşağıdaki videodaki karşılaştırma epey fikir verecektir (Dilin abartılı vurgusuna çok takılmayın )..
Almanca için kendi kullandığım ve önerebileceğim kaynaklar aşağıda:
- İnternet üzerinden kendi kendinize öğrenmek veya katıldığınız bir kursu tekrar etmek için kullanılabilecek en kapsamlı kaynaak Deutsche Welle(DW)’nin hazırladığı Almanca öğrenim sayfaları.. Burada A1’den B2’ye kadar her türlü seviyede yazılı, sesli ve görsel birçok kaynak bulacaksınız. Gerek bunları sitenin arşivinden incelebilir, gerekse de yeni güncellemeleri siteden aktif olarak takip edebilirsiniz. DW’nin en etkili kaynağı bana kalırsa “Deutsch Interaktiv”.. Başlangıçtan ileri seviyeye kadar, çok iyi hazırlanmış bir arayüz üzerinden adım adım dil becerilerinizi kendiniz çalışarak geliştirebilirsiniz. Siteye ücretsiz bir şekilde kayıt olup, arayüze erişebilir; istediğiniz zaman kullancı adı ve şifresiyle geri dönüp kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
- DW’nin ve Goethe Enstitusü’nun sosyal medyada çok aktif birşekilde kullandıkları hesaplarını takip ederek, Facebook veya Twitter feed’inizde ara sıra karşınıza çıkacak ufak alıştırma ve quiz’lerle dil öğrenmeyi gündelik uğraşlarınızın arasına sıkıştırma fırsatınız olacak.. DW- Learn German (Facebook), DW-Learn German(Twitter), Goethe Institute – Learn German (Facebook) hesapları için bağlantıları kullabilirsiniz.
- Fransızca için önerdiğim ‘aahve arası’ programların Almanca versiyonu Coffee Break German da geçtiğimiz yıl itibariyle yayınlanmaya başladı ve yazının yazıldığı tarih itibariyle yaklaşık 30 program ulaşılabilir durumda.. 15-20 dakikalık ‘kahve-aralarında’ dinlenebilecke nitelikteki bu sesli program benim favorilerim arasında.. Itunes’dan da abone olabilirsiniz.
- Diğer bir sesli yayın Slow German..Bu yayın, yavaş ve olabildiğince basit bir Almanca ile genel kültür ve güncel konulardan bahsedilen 10 dakikalık kısa bir sesli program. Başlangıç seviyesinin biraz üzerinde özellikle dinleme alıştırmaları için birebir.. Eğer bunun ileri seviyesini arıyorsanız, gene aynı kişinin ‘Schlaflos in München’ yayını çok daha uzun ve kapsamlı (ve zor..) bir program..
- Yine yavaş ve oldukça pedagojk bir şekilde hazırlanmış bir sesli yayın: DAZPod.. Ortalama yirmi dakikalık, ilk başta bir diyalog ile başlayıp ardından diyaloğun satır satır Almanca izah edildiği bir sesli yayın bu ve orta seviye bir Almanca gerektiriyor..
- Bence dil öğrenmenin en kolay ve olabildiğince zahmetsiz yöntemlerinden biri, Fransızca için de önerdiğim, günlük haberleri o dilde dinlemek.. Bunun için özellikle o dili yeni öğrenenleri düşünerek hazırlanmış ‘yavaş okunan haber’ programları mevcut. Almanca için de haftaiçi her gün, tüm dünyadan haberlerin kısa 10 dakikalık bir programda anlatılıdığı DW’nin ‘Langsam gesprochene Nachrichten’ programı birebir.. Programı internet ya da itunes üzerinden dinleyebilir; internet sitesinde beraberinde yayınlanan yazılı haline ve ilgili alıştırmalara ulaşabilirsiniz.
- Fransızca için de bahsettiğim, Duolingo’nun Almanca’sı da gayet güzel.. İlk etapta temelleri attıktan sonra Wikipedia üzerinden çeviriler yapmaya veya yapılan çevirileri kontrol etmeye başlayabilirsiniz. Özellikle Iphone ya da Android uygulaması ile oldukça ulaşılabilir bir program.
- Her dil için kesinlikle önerebileceğim Rosetta Stone’u Almanca için de önermeden olmaz. Almanca için sizi A2 sonu B1 başına kadar ilerletebilecek beş seviyesi mevcut..