Yeni yılın ilk gününün bir taraftan rehaveti bir taraftan da 'yeni yıldan beklediklerini' daha fazla beklememek ve bir an önce gerçekleştirmek adına ilk adımları atmak arasında gidip gelen garip bir hissi var. 2016'dan kendim için beklediğim şeylerden biri de uzun zamandır merakla okuyup takip ettiğim kutup keşif/araştırmalarına dair biraz daha detaylı okumalar yapmak, eski keşif hikayelerinin peşine düşmek ve dünyanın her iki çatısı hakkında da detaylı bilgi sahibi olmak vardı... Bugün SineBu'da izlediğim La Glace & Le Ciel (Buz ve Gökyüzü) belgeseli bunun için yılın ilk gününden ilk adımı atmak konusunda tam denk geldi.
Buz ve Gökyüzü, Başka Sinemalar adı altında gösterilen çoğunluğu bağımsız ve festival filmlerinden oluşan seçkinin içinde ilk gördüğümde beni şaşırtan bir bilim-coğrafya belgeseli. Yirmi üç yaşında ilk kez Antarktika'ya ayak basmış şimdi ise seksenli yaşlarına ulaşmış Fransız buzul bilimci Claude Lorius'un altmış yıllık bilimsel keşif macerasını görsel bir şölen şeklinde anlatan bir belgesel. Genel olarak Antarktika çalışmaları ve bunların gerçekleştirilmesindeki zorluklar üzerinden, özel olarak da burada yapılan çalışmaların iklim bilim ve özellikle küresel ısınma adına ne söylediğine dair etkileyici bir anlatı.
Belgeselde C. Lorius ve ekibi, 1960'larda yapılan ilk seferlerde bundan önce kimsenin incelemediği bölgelerde çeşitli meteorolojik ve buzul bilim ölçümleri yapıyorlar ve birçok örnek alıyorlar. Ardından gelişen mühendislik imkanlarıyla yüzeyi delip yerin metrelerce altına inip on binlerce yıl önce üst üste yığılmış buz kütlelerini inceleme fırsatı buluyorlar. Son olarak da Rusların efsanevi Vostok İstasyonundaki yine efsanevi buz delme aleti ile 3600m'ye kadar inip buzların arasına hapsolmuş günümüzden 400 000 yıl öncesinin atmosferinden örnekler alıp iklim döngülerini ve günümüzdeki karbondioksit fazlalığını ortaya çıkarıyorlar.
Belgesele dair en çarpıcı nokta C. Lorius'un ilk seferinden son gidişine kadar tüm Antarktika seferlerinin müthiş profesyonel bir şekilde kayda geçirilmiş olup, neredeyse altmış senelik bir zaman aralığını kapsayan görüntü kayıtlarının bir araya getirilmesi ile ortaya müthiş incelikli bir tarihsel belge konmuş olması. Bu tip hikayeleri kitaplardan okumaya alışığım fakat bu sefer karşımda tüm zorlukları ve içindekilere hissettirdiği duygularla kanlı canlı insanlar vardı. Bu görüntülerin tipik bir 'belgesel' havasından ziyade o anı belgelemek adına kayda geçirilmiş olması epey samimiyet katmış. Film boyunca aralarda C. Lorius'un günümüzde Antarktika'nın olağanüstü coğrafyasında alınmış görüntüleri, hikayesini kendi dilinden anlatan buzul bilimciyi tüm uğraşları, deneyimi ve başarılarıyla karşımıza koyuyor ve beni 'hayatını bir probleme' adamak üzerine derin derin düşündürüyor.
İklim değişikliği konusu içine siyaset ve politika girmiş herşey gibi oldukça kirli ve eldeki bilimsel verilere rağmen herkesin bir 'fikri' olduğu bir konu... Buz ve Gökyüzü olayın politik tarafına hiç girmeden sadece bilim ve keşfetme hazzı üzerinden, bu keşife imza etmiş bir devin müthiş bir hikayesini anlatıyor sadece. C. Lorius'nun gezegenin en ıssız ve belki de en kırılgan bölgelerini bizzat görmüş biri olarak dünyamıza karşı duyduğu hassasiyet ve bunu ifade edişindeki samimiyet beni fazlasıyla etkiledi diyebilirim.
Fırsatınız varsa iyi bir keşif belgeseli seyretmek için Buz ve Gökyüzü'nü gösterimden çıkmadan izleyin derim! Başka Sinema'daki gösterim programı için tıklayınız.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
selam e mail adresinizi alabilr miyim acaba :D
Şu adresten ulaşabilirsiniz: arifbayirli@gmail.com
Yorum Gönder