25 Ekim 2021 Pazartesi

Parçacık Fiziği'nden Finansal Piyasalara

Bir yıl önce yine bu zamanlar, bir taslak yazı kaydetmişim "Bir maceranın sonunda, yeni başlangıçlar" diye; yıllardır çalışıp didinip inşa etmeye çalıştığım "fizik" yolunu bırakıp, başka alternatiflere yöneldiğim zamanın heyecanı ile. Kelimeleri toparlayıp, anın heyecanına kapılmadan, 12 yıldan daha fazla süredir internet üzerindeki "hafızam" olan bu blogda paylaşmaya değer bir yazıya dönüştürmek için belki de üzerinden biraz zaman geçmesi gerekti.  Yeni başladığım işte bir yılı doldurmam ile sanırım zamanı çoktan geldi: Geçen yıl fizik doktorasını bırakıp finans alanında veri bilimci/araştırmacı olarak işe başladım.

 

Blogda son paylaşımlarımın hep CERN'de yaptığım işler çevresinde olduğunu görünce fark ediyorum; fizik tarafından şekillendirilen hayatımın son dönemlerini CERN'le ilişkili projelerde çoğu zaman dünyanın çeşitli yerlerinde bol seyahatli, fakat gecesi gündüzü olmayan, geleceği sürekli belirsiz fakat bu belirsizlikler ve elinde kontrol edebildiğin zaman sayesinde olanaklarının da çok daha fazla olduğu bir dönem belirlemiş. Öyle kaptırmışım ki kendimi o esnada ATLAS deneyinde çalıştığım projenin olgun bir aşamaya gelip bir sonraki aşama olan dedektöre entegre edilmesi süreçleri, sonrasında yaptığım çalışmanın Özgen Berkol Doğan Bilim Ödülüne layık görülüp tanınmış olması gibi güzel gelişmelerin dahi keyfini çıkarma fırsatım bile olmamış. Çünkü o esnada Boğaziçi'ndeki doktora sürecimle ilgili gelişen bazı problemler ve çalışmalarımı devam ettirip bir doktora tezine dönüştürmek konusunda yaşanan gecikmeler sebebiyle artık kendimi gözümü "akademinin dışına" çevirmiş bulmuştum. İlk başta yurtdışında iş başvuruları için bir çaba sarfedip, hemen birkaç ay içinde Covid'in patlamasıyla tüm planlarımın alt üst olması, eklenen global belirsizlikler rüzgarı beni tekrar bir süreliğine daha Türkiye'ye sürükledi. Güzel bir tesadüf ile "büyük veri" deneyimi olan, bir fizikçinin modelleme becerilerini kendi uğraştığı finansal piyasaların modellenmesi gibi içine girdiğimde en az akademideki problemler kadar ilginç olduğunu gördüğüm problemlere kafa yoracak birini arayan bir finans şirketinde, kendimi şu anki rolüm olan "Quantitative Researcher" pozisyonumda buldum. Bu ay itibariyle de tam bir yılımı dolduruyorum. 

 

Quantitative Researcher (genelde "Quant" olarak kısaltılır) pozisyonları çeşitli finansal ürünlerin fiyatlanması, fiyat hareketlerini modellenmesi ve bunlarla ilişkili "para yapacak" stratejilerin geliştirilmesi konusunda çalışan, çoğu zaman doktora seviyeli fizikçi ve matematikçiler tarafından doldurulan roller. "Big Short" filmini izlediyseniz hatırlarsınız belki, Brian Gossling'in bir görüşmede karşı taraftakileri etkilemek için kullandığı Çinli bir matematik olimpiyatçısı vardı; o stereotiplere bire bir uymasa da az çok geçmişi ve beceri setleri o yönden olan kişilerin tercih edildiği pozisyonlar quant rolleri. 

 


Bir fizikçi olarak ancak genel kültür seviyesinde, uzaktan takip ettiğim bir alandı finans; fakat içine girdiğimde her şeyin sayısal olarak ifade edildiği, yeni ve işe yarar fikirlerin sürekli peşinden koşulduğu, piyasayı yönlendiren güçlerin "doğasını" anlamanın her zaman bir avantaj oluşturduğu bir alanın bir fizikçinin kendisini fazlasıyla evinde hissedeceğini deneyimledim. İlerleyen yazılarda belki biraz daha günlük hayatta yaptığım işlerden de bahsedip, genel olarak finans matematiği ve modellemeye dair yazılar da paylaşırım. Ama fiziğin finansla ne ilgisi var diyenlere güzel bir okuma olarak "Physics of Wall Street" adlı kitabı hararetle tavsiye ederim. Bir de "Jim Simons" ismini Google'da aratıp biraz araştırırsanız neden bahsettiğimi daha iyi anlayacaksınız muhtemelen (kaynak isteyenler ileride buradan da inceleyeceğim "Jim Simons - Piyasaların Şifresini Çözen Adam" kitabına göz atabilir).


Fizikte geçmişte uğraştığım karmaşık sistemlerden, nümerik hesaplara, parçacık fiziğindeki Monte Carlo simülasyonlarından, CERN'de uğraştığım "büyük veri" temelli yapay öğrenme yöntemlerine kadar birçok bilgi/beceri setimi, bambaşka bir alanda olsa da her gün kafa yorduğum problemlerde kullanabilme fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Üstelik bunu akademinin tutucu, çoğu zaman tekdüze ve hele günümüz Türkiye şartlarına alt-üst olmuş ortamında yapmıyor olmak da ayrı bir avantaj bana kalırsa. Bu konuda söylenecek, yazılacak çok blog yazısı var elbette...

 

Bu geçiş yazısını bloga yazmadan, kafamdaki diğer yazıları paylaşamayacağımı bildiğimden hem blogu takip edenler hem de benim kendi hafızam için bu yeni başlangıç haberini bir not düşmüş olayım istedim. Yeni "maceram"ın bloga yansımaları konusunda ben de fazlasıyla meraklıyım!

1 yorum:

Dilek Sahin dedi ki...

Paylaşımın için çok teşekkürler Arif! Yeni işinde kendini evinde hissetmene çok sevindim. İddia ediyorum ki akademideki problemler ve bu problemlerle boğuşurken kendini en derinden sorgulamalar her bir doktora adayının deneyimlediği şeyler. Buna rağmen bu konular üniversitede lisans ya da lisansüstü seviyelerde hala çok erişilebilir değil. Dahası lisansüstü seviyede mentorluk bence oldukça vahim halde (hatta belki çoğu akademisyenin sözlüğünde böyle bir kelime yok bile). Ancak ne güzel ki son dönemde doktoralı insanlar için (aday ya da ünvana sahip) akademi dışında da bir hayat olduğunu daha sık duymaya, görmeye başladık. Bunlar çok umut verici örnekler!

Paylaş!

 

Copyright © 2010 Gök Günce | Blogger Templates by Splashy Templates | Free PSD Design by Amuki